Çeviri Sektörü nerelerden nerelere geldi?

Süha Bey’den alkışlanacak bir emek ve sorumluluk hikayesi.

Yıl 1987. sirkeci herdil’de çalışıyorum. patron faruk erkan. uyuz mu uyuz herifin teki. ama ben çok seviyorum. büroda 7-8 tercüman arkadaşız. ingilizce, almanca, arapça, fransızca; hangi dilden manyak ararsan orada. benim dil almanca; az iş çıktığı için ufak ufak başka bürolarla flört ediyorum (yeni nesil için anlamsız olabilir ama, o zaman bilgisayar, internet, facebook vb. yok). ha bir de o zaman paralar günlük nakit ödenirdi. neyse.
deva tercüme ahmet varol çaktırtmadan bürodan beni aradı. çarşamba günü. farkettirmeden benim ofise gelsene (o zaman öyleydi bu işler). gittim.
132 sayfa bir bilirkişi raporu var, pazartesi sabaha lazım dedi.
baktım, o zaman karakter hesabı yok tabi. rahat 450 sayfa çıktısı var.
ağbi “hasta mısın sen? bitmez bu.” dedim
yok hasta değilim, 3+1 lazım. yani daktiloda karbon kağıtla yazılacak.
yani öyle copy+paste falan yok. copy+paste şu: daha önce yazdığın bir bölüm tekrarlanıyorsa, o sayfaları alıp karşına daktilo ediyor ve mutlu oluyorsun, tercüme yapmadan para kazanacağım diye.
genciz ya, cesaret geldi, girdim altına.
annem halen hayatta. kadın ben uyumayayım diye beş gün beş gece odamda yanımda yün ördü. daktilo eski toplu ibm. gürültüsünü zamanında kullananlar bilir. babam kılın teki (o da çok şükür hayatta). gece ses duydumu sıçtık.
ben o şartlarda işi bitirdim. 4 suret karbon kağıtlı, biraz da şişirmek kaydıyla :) 553 sayfa çıktı (o kadar da hakkımız olsun değil mi).
e şimdi nereye sığacak bu işler. 1650 küsür yaprak. migros poşeti olmaz tabi. hem “ayıp” hem de karışabilir sayfalar.
annemin bir çatal kaşık takımı vardı (hatırlayanlar bilir) eski james bond tipi çantalarda olurdu onlar ve çok kıymetliydi. oğlum buna koyalım, hem şık olur dedi. ulan çatal bıçak çantasının şık olanı mı olur, rezil olacağım anne falan derken mecbur kabul.
erenköy-kadıköy-sirkeci, dolmuş + vapur geçtim karşıya. üzerimde bana çok dar gelen babamı pardösüsü. paramız mı yoktu pardösü almaya, 33’lüklere ve kasete yadırdığımız sermaye ile akşam çiçek pazarı keyfimizden dolayı olmuyordu işte pardösü paramız.
üst geçitte bayılmışım. insanlar gelip beni kolonya molonya ayıltmış. hemen toparlandım, üstüm başım çamur, allahtan kimse çantaya musallat olmamış (hem de sirkecide).
gittim ahmet ağbinin bürosuna. ağbi buyur. çantayı açıp bakmadı. kaç sayfa diye sordu. ağbi 553. yani şişirdiğimiz işin 3 sayfası bile önemli.
yazı masasının yanındaki kasayı açtı. şu anda hatırlamadığım kadar, yaptığım işin değerinin çok fazlası olan bir miktar dolar verdi bana. ben gene “ağbi hasta mısın? bu çok para.” güldü bana ahmet ağbi.
aldım parayı, o gün herdile işe gitmedim haliyle. hemen eve gittim. anne bak beş gece yatmadan çalıştım, ahmet ağbi de bana fazlasıyla şu kadar para verdi.
annemle mutfakta kahve sigara içerken annem “oğlum babanın biraz sıkıntısı var sanırım” dedi. o parayla bir paket sigara bile içemedim.

“tercümanın emeği”

Tags: