Edebi çeviri bu, dile kolay. Tecrübe ister, emek ister belki de biraz cesaret.  Kitaplara tutkun mu olmak gerekir yoksa o dile hakim olmak yeterli midir edebi çeviri için ? Okuyucu çoğu zaman atlar çevirmenin ön sözünü, okunmaya değmez mi bulur, bilinmez. Çevirmen; anlatır ön sözde kendini, çevirirken dikkat ettiklerini. Çevirmen ben buradayım diye bağırır. Ama okuyucu inatla görmek istemez, eseri ona kendi dilinde sunan insanın 3 5 sayfası ona çok gelir. Halbuki çevirmen ona aylarca uğraştığı emeğini sunar. Türkiye gizli çevirmenlerin ülkesi. Bugün biraz Türkçeye birçok çeviri kazandırmış ama İngilizce konuşamadığını açık yüreklilikle itiraf eden Osman Akınhay’ı konuşalım. Çevirmenlerimizi ne kadar tanıyoruz? Hepinizin kütüphanesinde bir yerlerde Osman Akınhay çevirisi olabilir…

80’lerde idamdan yargılandığı davadan müebbet  yemiş bir yaşam. 80’ler Türkiyesi’nde kendini içeride bulan Akınhay,  cezaevinde kendini ve zihnini canlı tutabilmek için İngilizce öğrenmeye karar veriyor. Halbuki, gençlik yıllarında karşılaştığı İngilizce muafiyet sınavına arkadaşını soktuğunu, İngilizcesinin en başta lise düzeyinde olduğunu itiraf ediyor bir röportajında. Hiçbir zaman konuşma fırsatı olmuyor Akınhay’ın, kendini gramer kitaplarından ziyade orijinal İngilizce kitaplar okuyarak geliştiriyor ve dil öğrenmenin görsel hafıza ile oldukça bağlantılı olduğuna inanıyor. Bu süreçte kendini çeviri yapmaya hazır hissetmesi o kadar da kolay olmuyor Akınhay’ın, özgüveni yerine geldiğinde ise elleriyle yazıyor çevirilerini. Çevirdiği ilk kitap düşünceleriyle paralel olarak Lenin’in Emperyalist Ekonomisi oluyor ve önemli birçok yazarın kitaplarını çevirmeye başlıyor ailesinden istediği daktilosuyla. Akınhay röportajında aynı zamanda şu ifadelere yer veriyor ve yayınevlerinin rekabetçi anlayışının sektöre verdiği zarara vurgu yapıyor : ‘’ Çeviri yapmak ayrı bir heyecandı, zihinsel üretimin bir parçasıydı. O ilk kitabı sekiz defa yeniden yazdım. Ragıp Zarakolu’na gönderdim. O da bana Kapitalist Devlet diye yeni bir kitap gönderdi çevirmem için. Çevirdim. Bir süre sonra Kapitalist Devlet Belge Yayınları’ndan, Milliyetçilik ve Sonrası İletişim Yayınları’ndan çıkmıştı. Zarakolu, İletişim’in ‘biz basalım’ talebini hiç çekinmeden olumlu yanıtlamıştı ve bu tavır günümüzde yayınevleri arasındaki rekabet için de kulağa küpe bir anekdottur.” Akınhay cezaevinde geçirdiği süreçte Türkçeye 20 eser kazandırıyor ve bu iş onun için bir tutku haline dönüşüyor ve devamı geliyor. Ancak bugün İletişim Yayınları gibi büyük yayınevlerini içine alan birçok yayıneviyle çalışan Akınhay İngilizce konuşamıyor ve dahası yurtdışı ziyaretlerinde çevirmene ihtiyaç duyuyor. Bu durumu ise şu şekilde yorumluyor :”İngiltere’ye gidiyorum, gözümle gördüğüm her yer sanki bizim mahalle gibi, fakat kulak olmadığı için acayip çuvallıyorum. Çünkü sadece gözümün gördüğü şeyi öğreniyorum.”

Akınhay’ın bu durumu çeviri sektöründe şu soruları akıllara getiriyor. Edebi çeviri için gerekli olan temeltaş nedir? Birikim mi ? Tecrübe mi ? Emek mi ? Bir dile detaylarıyla hakim olmak mı ? Yoksa cesaret mi ? Hepimiz farklı yorumlarda bulunabiliriz bu soruya ama görünen o ki bu sorunun cevabı ne olursa olsun Akınhay için emek ve cesaret olmuş.

Akınhay 1991 yılında cezaevinden çıktığında çevirmenlikten kazandığı parayla hayatını devam ettirmekte güçlük çekince yayınevi işine giriyor. 2003’te kendi yayınevi Agora Kitaplığı’nı kuruyor. Bu yayınevinin bakışını ise ‘yayın hayatına soldan müdahale etmek için çaba harcamak’ olarak değerlendiriyor. Bu zamana kadar çevirdiği 40 kitabı kendi yayınevinde buluşturmayı başarmış Akınhay.

Meraklısına : http://agorakitapligi.com/

Çevirmenlerimizi ne kadar tanıyoruz ?

 

KAYNAK :

http://www.sabah.com.tr/pazar/2011/01/09/100_kitap_cevirdim_ama_ingilizce_konusamam

 

 

Tags: