Etik, çeviri gibi uygulamalı alanların temel konuları arasında yer alır. Etik kavramını hangi bağlamlarda duyarız? Felsefe, antik çağlardan bu yana gelişen akımlar doğrultusunda etik kavramını konu edinir ve sorgular. Ayrıca, etik kavramıyla mesleki düşünüş biçimleri ve davranış kurallarının çerçevesini çizen meslek etiği kapsamında, iş alanımız vesilesiyle sıkça karşılaşırız. Diğer bir kullanım şekli de, söylem içinde ahlâk kavramı ile karşıtlığı ve aynılığı kapsamında yaşamımıza girmektedir. Etik kavramını açıklarken Çotuksöken de benzer kapsamda bir çerçeve çizmiştir (2006:15). Öncelikle, konumuzun başlığı itibariyle “etik nedir?” sorusunu soralım. Kimi, ‘etik’ kavramını kısaca “ahlâklı davranmak” olarak açıklar. Kavramları kullanmak istediğimizde, ‘ahlâk kuralları’ ile ‘etik kurallar’ arasında fark gözetme gereği duyarız ama tam olarak açıklayamayız. Ioanna Kuçuradi (2003) ‘etik’ sözcüğünün ‘ahlâk’ yerine kullanıldığı yerlerde  ‘etik’ denilince, belirli bir yer ve zaman aralığında kişilerin birbirleriyle ilişkilerini değerlendirebilmeleri için ve buna göre eylemlerini belirleyebilmeleri için dayandıkları davranış ve değerlendirme ile ilgili norm sistemlerine gönderme yapıldığını belirtir. Feldman, yine etik ve ahlâk farkına değinerek, ahlâk için değer yargıları, inanç tanımlamasını kullanır ve toplumdan topluma değişiklik gösterdiğini, ancak, insan davranışı ve tutumları incelenecek olursa, bunların bir çeşitlilik arz ettiğini ve hoşgörü gerektirdiğini vurgular. Betimleyici ahlâk olarak nitelendirdiği araştırma türünde bu tür davranış ve norm farklılıklarının araştırıldığını, ayrıca, kuramsal olmayan ahlâk çalışmalarının daha halk arasındaki değerlendirme ve bunlardan oluşan normları kapsadığını ifade eder. Bir üçüncü tür ahlâk kavramını ise, normatif etik şeklinde tanımlar. Buna göre etik, “ahlaki olarak doğru eylem hakkındaki en temel ilkeleri keşfetme, formüle etme ve savunma girişimidir”; doğrunun ne olduğu ise felsefenin konusuna girer, örneğin, yararcılık akımına göre, bir davranış ancak en fazla sayıda insanı en fazla derecede mutlu ediyorsa ahlâki açıdan doğrudur; ancak bu bakış açısında hedef, mutluluğu en üst düzeye çıkarmak olarak algılanmış ve eleştiri almıştır çünkü ahlâk kavramı “bilgi, adalet ve erdem”i de hedeflemelidir (2013: 12.25); bunun gibi diğer felsefi görüşler de kendi savlarıyla tutarlı daha farklı ölçütler ortaya atarlar. Kant’ın tanımı bana en yakın geleni oldu çünkü ahlâk kavramını “iradeyi iyiye kullanma kuralları” kapsamında açıklar ve der ki: “Ahlâk felsefesi iradeyi iyiye kullanma kurallarını içerir, tıpkı mantığın aklı doğru kullanma kurallarını içermesi gibi. İnsanın nasıl davranması gerektiğine ilişkin kuralların bilimi pratik felsefedir ve gerçek davranış kurallarının bilimi de antropolojidir” (1925:12).

Genel olarak, ahlâk belirli bir zaman dilimi içinde belirli bir toplumun benimsediği değerlere gönderme yapar ve İngilizce’de “morality – moral values” olarak karşılık bulur.  Etik ise, uygulamalardan görüldüğü üzere, doğasında öznellik içerdiği gözlenen ahlâki değerlere daha nesnel boyutta bakar ve insan davranışlarında istendik ve istenmedik boyutları ayırt edici normlar veya standartlar kapsamında karşımıza çıkar. Denilebilir ki, ahlâk insan topluluklarının birbirleriyle ilişki ve iletişimleri sonucunda oluşturulurlar ve içinde bulundukları toplumun davranışlarını belirleyen, o toplumun yazılı olmayan örf ve adetlerini gözeten doğru ya da yanlış insan davranışlarıdır; düşünülecek olursa, burada söz konusu edilen toplum insanların doğal yaşam akışı ile oluşur. Kuçuradi (2011), etik kavramına felsefi içerikte ve insanlar arası ilişkiler ve kişisellik kapsamında bakar. Esasen, aşağıda da görüleceği gibi, hangi türden etik odak noktamız olursa olsun, sonunda iş gelip kişiselliğe dayanmaktadır.

Edintilerime göre diyebilirim ki, bizim konumuz itibariyle uygulamada etik, iyi ve doğru kavramlarını, erdem, adalet ve bilgi kavramlarıyla tanımlayan ahlâk kavramını içerir, daha ziyade yazılı olarak varlık bulur ve belirli amaçlara yönelik olarak oluşturulan toplum türünün davranışlarını, pratik felsefenin nesnelliği kapsamında konu edinir.

Etik kavramına mesleki etik kapsamında bakarsak, çeşitli meslek kuruluşlarının kendi bakış açısı ve gereksinimlerine göre saptamalar yaptığını görürüz. Örneğin, Dünya Çalışma Örgütünün uluslararası etik kuralları elektronik ansiklopedisi içinde İş Sağlığı alanı için oluşturulan etik kurallara bakacak olursak,  bu kuralların örneğin pratisyen hekimler  için yazılanlardan farklı olduğunu görürüz. İş Sağlığı alanına burada gönderme yapmamın nedeni ise, sözlü çevirmenlik alanı ile bazı yönlerinin benzeşmesidir. Sözlü çeviri de birbirinden çok farklı ortamlarda yapılmaktadır. İyi düzenlenmiş konferans salonlarından, şantiye dahil herhangi bir açık alandaki çalışma ortamına kadar, silahlı çatışma bölgelerinden, sahra hastanelerine, fabrika ya da imalathane ortamlarına kadar çok çeşitli yaşam alanlarında çeviri yapma durumu hasıl olmaktadır. Bu ortamlarda görev biçimine bağlı olarak zorunlu ya da gönüllü görev yapılabilmektedir. Örneğin, Afette Rehber Çevirmenlik Organizasyonu’nun acil durum ve afet bölgelerindeki çalışmaları gönüllü çalışma kapsamına girmektedir; gönüllük durumu çalışma ortamının yaşamsal gereksinimleri tam olarak karşılayamama olasılığını bünyesinde barındırırken, risk faktörünün kontrol altına alınmış olmasını da gerektirmektedir. Bu anlamda bu ortamlarda çalışmakta olan çevirmenler gönüllü olarak bu göreve koşmuş olabilirler ama yaşamsal ve sağlık risklerinden korunmuş olmalarının da temin edilmesi gerekmektedir.  Bu da şu anlama gelmektedir: Etik kurallar çalışanların mesleklerini yerine getirirken hem kendi sorumluluklarını hem de çalışma koşulları açısından başkalarının onlara karşı sorumluluklarını içeriyor. Başkalarının sorumluluklarını içeren kurallar çalışma koşulları kapsamında tüzük ya da yönetmelik maddeleri içinde de ifade buluyor; ancak mesleğin çalışanı olarak insan tutum ve davranışlarının ve kendi çevresinde ve dış çevrede ortaya koyduğu duruşunun ifade bulduğu yer, etik konusu içinde ele alınıyor. Bu konuda bize altyapı olması açısından iş sağlığı gibi uygulamalı alanların kapsamındaki içeriğe bakacak olursak, ortak birçok yön buluruz.

Edintilerime göre, etik kurallar, genel itibariyle, mesleğin icrası sırasında çalışanın, yaşam ve sağlığının korunması, mesleki saygınlığa ve insan onuruna saygılı davranış biçimini benimsemiş olmasını gerektirmektedir ve mesleki etik kavramı da çalışanın hem hizmet verdiği bireyin yaşam ve sağlığının korunması için hem de mesleğinin mensuplarıyla uyumlu çalışması için ortaya koyması gereken erdemli tutum ve davranışları kapsamaktadır; bunun yanı sıra, mesleğin itibarını yükseltecek her türlü çabanın ortaya konulması beklenmektedir;  doğruluk ölçütleri kapsamında hakkaniyet ilkesini gözetir, dürüst, adil, eşit ve tarafsız olmak, yalan söylememek, mahremiyete saygı göstermek ve verilerin gizliliği açısından güvenilir olmak; yasalara uygun davranış, mesleki yetkinlik ve uzmanlık, mesleğini her yönüyle sevmek ve onu yüceltmek için gayret göstermek, meslektaşlarının mesleki gelişimlerine katkıda bulunmak ve onlarla huzurlu bir ortam içinde çalışma koşullarını yaratmak için elinden geleni yapmak, meslektaşlarının itibarını ya da öz-saygılarını zedeleyecek her türlü davranıştan kaçınmak hatta kasıtsız böyle bir durum yaratılmış bile olsa, derhal telafisine gitmek ve bu anlamda çalışma ortamında güven tesis etmek etik kapsamına girer. Çalışanlar ve yöneticiler arasındaki ilişki ve etkileşimlerde de yukarıda sayılan etik kurallar geçerlidir; yöneticinin elindeki imkânları, keyfiyete dayalı bir kullanım içine girmemesi; mesleğin ve çalışanların haklarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaması gerekir. Esasen etik kurallar her ne kadar erdem, saygı gibi duyuşsal alan özelikleri (attributes) arasında yer almaktaysa da, bunların yasalar nezdinde de desteklenmesi hukukun üstünlüğüne dayalı yönetimin koşuludur. Kurum, kuruluş ya da şirket bünyesinde çalışmakta olan çevirmenlerin maruz kaldığı yönetici konumundaki kişinin, çalışanların kendilerini en üst düzeyde geliştirebilmelerine olanak sağlayacak koşulları oluşturma yükümlülüğü vardır, bu anlamda kendini empoze eder bir tutumdansa, liderlik tutum ve davranış biçimlerini benimseyerek çalışanları ön plana çıkartan ve onların demokratik ortamda bilgi ve becerilerini ve potansiyellerini en üst düzeyde kullanabilecekleri bir ortam yaratan, emir veren değil yol açan bir tarz benimsemesi etik kavramının uygulamaya en üretken ve erdemli biçimde konulmasını sağlayacaktır.

Burada altı çizilenler, etik kavramı için sadece genel bir çerçeve ortaya koymaktadır. Uygulamada karşılaşılan olumsuzlukların bu kavramları gözeterek giderilmesi ancak iyi niyetli, basiretli, tutarlı, egodan arınık kişilik tiplerinin yapabileceği şeylerdir. Her tutum ve davranış, karşıtlığı ile birlikte ele alınmalı ve daha alt davranışlar gözetilerek değerlendirilmelidir. Örneğin, bir yönetici çalışanların kendilerini geliştirmelerine olanak sağladığı savıyla onları sıkıntı yaratacak boyutta uzmanlığı dahilinde ya da haricinde işlerle görevlendirebilir, bu etik değildir; aynı davranışın tersi olarak da çalışanlara fazla yüklenmeme savıyla onları gelişmelerine imkân sağlayacak işlerden de uzak tutabilirler. Dolayısıyla, her tutum ve davranışın insan yararına gerçekleşme koşulu onun hangi niyette ve dozda ifade bulduğuna bağlıdır. Sözlü çeviri alanında çalışmakta olan çevirmenler, bir şirkete bağlı çalışıyorlarsa, her meslekte olduğu gibi doğal olarak şirketin yöneticisi ile dengeli bir iş yaşamı sürdürmek durumundadır. Ancak, bu anlamda bir yönetici ile çalışmanın yanı sıra mesleğine müdahale edilme ortamlarına maruz kalma riskinin başka kaç meslekte bu kadar çok olduğunu kestirmek zordur. Çevirmen, taraflardan en az birinin uzman konumunda olduğu bir ortamda diller arası iletişim sağlayan kişidir; bu anlamda, genellikle en dar kapsama bile indirgesek, sözcük bilgisi, terim bilgisi ve alan bilgisinin olmazsa olmaz koşul olduğunun farkındadır ve elinden geldiğince de hazırlıklıdır; ancak, kendisini uzman görüp de bu kadar çoklu ortamlara maruz kalmadığı için aslında bilgisi kıyasla kısıtlı kalmış uzmanların işine müdahalesi ile de başa çıkabilmek durumunda düşünülmektedir. Bunun yanı sıra, aracı şirketler, ekipman şirketleri, çeviri yapacağı yerin sorumluları, hatta ortama dahil olan fotoğrafçı, elektrikçi, kameraman, çaycı gibi birçok kişi ile muhatap olabilmekte ve mücadele durumunda kalabilmektedir. Etik kurallarının, hele farklı meslekten olanlar için hiç işlemeyeceği bir yaşam akışında, bu kadar çeşitlilik arz eden muhatap tarafların varlığında çevirmenin işini layıkıyla yerine getirebilmesi için yukarıda sayılan huzurlu, güvenli, saygın çalışma ortamları bulması neredeyse imkânsızdır.

Sözlü çeviri, diğer birçok meslek dalına göre çok riskli bir meslektir. Mesleğin icrası, anında tepki vermeyi gerektiren, aynı anda gerçekleşmekte olan birçok zihinsel sürecin gerçek zamanlı olarak ve en üst düzeyde başarılı sayılmasının koşul olduğu bir edimi gerektirmekte, çevirmen zihinsel yüklenmeyi çeşitli stratejilerle aşmaya çalışırken, bir yandan da maruz kaldığı birçok iç ve dış etkenle mücadele etme durumunda kalmaktadır. Hız ve çoklu görev stratejilerinin risk yarattığı pilotluk bile sözlü çevirmenin karşı karşıya kaldığı kadar beklenmedik, öngörülemedik, kontrolü güç ortama maruziyet doğurmamakta ve her an değişiklik gösteren kaygan zemin üzerinde icraat gerektirmemektedir. Bu gibi nedenlerle sözlü çeviri alanında çalışanların mesleki standartları, mesleki yeterlilikleri, çalışma koşulları, davranış kuralları, etik kuralları, görev tanımları, diğer meslekler arasındaki yerleri, muhatap taraflar ve karşısında bulunanların konumları gibi görevinin başarı ile icrasını etkileyebilecek her türlü değişken olabildiğince sabitlenmelidir ki, çevirmen mesleğinin doğasından kaynaklanan o kaygan zemin üzerinde edimde bulunurken sadece zihinsel süreçlerle uğraşabilsin. Oysa aynı koşulları yaşamakta olan kabin arkadaşı ile bile uyum yakalayamama riski ile karşı karşıyadır her an.

Çeviri alanında kurulmuş çeşitli meslek kuruluşlarının web sayfaları incelendiğinde çalışma koşulları mümkün olduğunca sabitlenmeye ve korunmaya çalışılmıştır. Kurallar hem çevirmen tutum ve davranışlarını kapsamaktadır, hem de muhatap olduğu birçok aracı kişi ve şirket yanı sıra, uzmanları, teknik elemanları, kısacası öngörülebildiği oranda herkesle ilişkisinin çerçevesini çizmeye çalışmaktadır. Bunlar ne yazık ki istenilen ortamları oluşturmakta yeterli olmamaktadır. AIIC, NAJIT, NAATI, FIT, ATA gibi uluslararası kuruluşlar ya da ülkemizde Türkiye Konferans Tercümanları Derneği, Çeviri Derneği, Mütercim Tercümanlar Derneği gibi nice mesleki kuruluşun saptadığı kurallar, sorunlara genel kavramlarla yaklaşmaktadır ve insan davranışlarının beklenmedik çeşitliliği ile ortaya çıkan sorunlara anında birebir çözümler sunamamaktadır. İnsan hayatının söz konusu olduğu meslekler dışında hiçbir meslek alanında, başarı, bu derece etken konumda olamamaktadır. Başarılı bir çeviride takdir, hizmeti alan tarafın duyarlılığına, uzmanlık, hayatı kavramışlık ve olgunluk düzeyine kalmış iken, tüm olumsuz koşulların varlığı ile ortaya çıkabilecekken ufak bir pürüz, mesleki kariyeri zedeleyebilmekte ya da sonlandırabilmektedir. Bu değişkenler, yukarıda da belirtildiği gibi kısmen çalışma koşullarının kapsamında kısmen de etik kuralların kapsamında kalmaktadır. Bu kuralların etraflıca ele alabilmesi hem görgül hem de felsefi temelli çalışmaları gerektirmektedir. Bu yazı kapsamında ise şunlar söylenebilir: Etik kurallar, çevirmenin bilfiil performansını etkilemektedir çünkü çevirmen zihin kapasitesini zorlayan koşullarda çalışmaktadır, etik olmayan her etken onun zihinsel süreçlerini etkilemektedir; bunlar biyokimyasal, sinirruhbilimsel, sinirdilbilimsel alanlar da dahil birçok alan çalışmalarıyla   kısmen ortaya çıkarılmıştır. Bu durumda neler yapılabilir?

Öncelikle meslek kuruluşlarının daha başlangıçta kuruluş süreçlerinin etik temellere dayalı olması ve doğruluk ve erdem ilkelerini gözetir bir onur ve saygınlık içermesi gerekir. Meslek kuruluşlarının içeriğine baktığımızda kimisi çeşitli sektörlerde çalışan çevirmenleri bünyesinde toplamıştır; bu da güzel bir şeydir, birlikten kuvvet doğduğu gibi, deneyimlerin paylaşımı ile mesleki farkındalık da artmaktadır. Kimi de hem piyasadaki çevirmenleri bir araya getirmekte hem de konuyu bilimsel boyutlarda uzmanlık gerektiren çalışmalarla ele almaktadır. Etik değerleri gözeterek kurulmuş tüm meslek kuruluşlarının, bir araya gelerek çalışabilme gereksinimi ivedilikle gerçeklemelidir. Çevirmenlerle karşı karşıya gelen onlarla birlikte çalışan tüm tarafların farkındalık düzeylerinin arttırılması gerekir. Bunun için, hem bilimsel hem de deneyimsel bilgilerin bir araya getirilecek muhatap taraflara sunulması ve “çevirmenle nasıl çalışılır” konusunun zihinlerinde netleştirilmesi gerekir. Ayrıca, yapılmakta olan seminer, sempozyum gibi çeviri alanını konu edinen toplantılara piyasada çalışmakta olan çevirmenler iş yükleri nedeniyle katılamamaktadır; bu nedenle, mesleklerinin bilimsel platformlarda nasıl ele alındığı konusuna uzak kalmakta ve kendilerinin de seslerini bu platformlarda duyuramamaktadırlar, oysa o toplantılar bizzat onların başarılı çalışmalarına odaklanılarak ortaya konulan araştırmaların sunulduğu ortamlardır. Yurt dışında IAPTI, IATIS, ITI gibi oluşumlar sektörde çalışan çevirmenleri bir araya getirmektedir; ancak, bu toplantılara ülkemizden katılım yine akademik düzeyde olmakta, sektörde çevirmen olarak çalışanlar o ortamlara işi bırakıp katılım gayretine girmemektedirler, oysa sorularının çoğuna uluslararası bir ortamda yanıt bulabilecekleri etkileşimler oralarda sağlanmaktadır.

Buna ek olarak, mesleki kuruluşlar arası dayanışma meslek alanında çalışan çeşitli sektör çalışanlarının bizzat kendilerinin etik tutum ve davranışlarını tesis etmeyi de sağlamalıdır.   Çevirmenler arası etik konusu da hemen her gün bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun için yapılacak en elle tutulur adım, bilimsel araştırmalardan geçmektedir. Hem piyasanın içinde olan, hem bu mesleğin eğitimini veren hem de bilimsel araştırmalarını yapan kişiler olan uygulamacı akademisyenlerin sektörün çeşitli odaklarına ışık tutan çalışmaları için el birliği ile destek gerekmektedir. Çevirmenlerle toplantılarda bilhassa şunu söylemekteyim: Mikro düzeydeki soruna inmeden iyileşme sağlanamaz. Çevirmenlerin piyasada karşılarına çıkan sorunu unutmadan, kısaca, tek cümle, tek madde olarak bile olsa bir mesajla bu konularla uğraştığını saptadıkları akademisyenlere ulaştırmaları, onların sorunu ele almalarına, o mikro sorunu Likert tipi bir araştırma bataryasının bir maddesi yapmalarına yarayacaktır. Ortaya çıkan sorunlar böylece daha bilimsel ölçekte masaya yatırılabilecektir.  Bu konuda çalışma yapmakta olan bir uygulamacı akademisyen olarak inanıyorum ki, bilimsel verilerle diğer alanlardaki muhataplarımızın karşılarına çıkmak ve mikro sorunları cımbızla çekebilmek, sektörün tüm paydaşlarının o küçük anlarda nasıl davrandıklarını ilgili uzmanlara ulaştırmak, bunu yaparken de yine etik davranarak kimsenin kişiliğine zarar vermeden kişi odaklı değil, olay odaklı bir bakış açısıyla davranabilmek, sorunu tanımlayabilmek ve üstüne gidebilmek açısından çok yararlı olacaktır.

Çeviri piyasası 1950’lerde Ford Vakfının ülkemizin kalkınma hamleleri vesilesiyle yurt dışından uzmanlar çağırarak eğitim ortamları oluşturması ile ortaya çıkan çevirmen gereksinimi ile oluşmaya başlamış, 60’lı ve 70’li yıllarda ayrı ayrı kuruluşların da konuya benzer şekilde el atmasıyla meslekleşmenin ilk adımları yolunu çizmeye başlamış, şirketler piyasada varlık göstermeye başlayan çevirmenleri bünyelerinde toplamaya başlamıştır.  1982’de ilk mütercim tercümanlık bölümünün açılması ile diğer üniversitelerin mütercim tercümanlık bölümleri ardı sıra ortaya çıkmış ve meslekleşme, kendini hem eğitim ortamından destekle daha çok var edebilmişti (Doğan 2011). Bunca yıl çabalarla bugüne kadar gelindi ve ülke koşulları çerçevesinde çok yol alındı ama yine de duruma bakınca yapılması gereken çok şey olduğu ve önümüzdeki yolun oldukça zorlu olduğu gözüküyor. Hizmet alan muhataplara şunu anlatmak çok önemli geliyor bana: Çevirmen, diğer bütün hizmet sektörlerinden daha fazla onların mesleki başarılarında birebir ve gerçek zamanlı olarak etkilidir. Çevirmenler onların dilidir, çevirmenler olmadan yaptıkları konuşma izleyiciye ya da dinleyenlere ulaşmayacaktır. Çevirmenler onların, hazırlanarak kendi bilişsel süreçlerinde yerleşmiş olan bilgiyi, onların dinleyiciye ifade anında ilk kez üretmiş oldukları enerji, sözceleri ve anlamı çözümleyerek vermektedirler. Dilbiliminde bir cümle ile sözceyi anlatırken özellikle şu farka dikkat çekeriz. Cümle, yazılı olan ve belirli dilbilgisi kurallarıyla oluşturulmuş bir iş, bir oluş veya bir durumu bildiren sözcükler grubudur. Sözce ise, bunun sözlü olarak üretilmiş halidir. Bir cümleyi bir tahtaya yazılmış olarak gördüğünüzde, bağlamından kopuk olduğundan işlevselliği olmayan, dolayısıyla anlamı da çok kısıtlı soyut bir yapıdır. Defalarca okusanız sözcük topluluğunu yine aynı cümledir; oysa bir sözce her ne kadar aynı sözcük grubu olarak da olsa her söylendiğinde yeni bir enerji, yeni bir tonlama, yeni bir anlamdır (Doğan 2014: 49). Konuşmacının sözceleri, yazılı metin gibi değildir; konuşmasını yazılı hazırlamış olsa ve oradan okuyarak sunsa bile çevirmen için bu, yazılı metni sessiz okumaktan farklı bir edimdir, yeni bir enerjidir. Sözlü çevirmenin sesi konuşmacının sesidir ve bunu en başarılı biçimde dinleyiciye iletebilmek için çalışma ve etik koşulların durumu önceden olabildiğince olumlu yönde sabitleyebilmesine ve iyi bir ortam yaratabilmesine bağlıdır. Sözlü çeviriyi çeşitli boyutlarıyla inceleyen akademik çalışmalara baktığımızda bunun geniş bir çokdisiplinlilik içerdiğini görürüz. Bir sürece ne kadar farklı boyutlardan bakılırsa sürecin alt katmanlarına ulaşmak o derece olanaklı olur.

Sonuç olarak, sözlü çeviri alanı içinde yer alan tüm paydaşlar olarak karşılıklı yükümlülük, sorumluluk ve verimli çalışma iklimini yaratacak tüm etkenleri mercek altına almak ve mesleki başarım ölçütlerini gözetmek, insan onurunu dikkate alan erdemli bir tutum ve davranışlar manzumesi sergileyebilmek ve bunun koşullarını oluşturabilmek, anlamak ve anlaşılabilmek için el ele vermeli, kendimize kişisel teslim oluşlarımızla mesleğimizi ve mesleki saygınlığımızı, kariyerimizi tehlikeye atmamalıyız. Erdemli yaşamayı başarabilmek en büyük kazançtır.

Kaynaklar

  • ÇOTUKSÖKEN, Betül (2006). Etik Nedir? Felsefe Söyleşileri III-IV. Ed. Betül Çotuksöken. Yayınevi.
  • FELDMAN, Fred (2013). Etik Nedir? Çev.Ferit Burak Aydar. 2. Baskı. İstanbul: Boğaziçi Yayınevi.
  • KANT, Immanuel (1925). Ethica – Etik Üzerine Dersler. Çev. Oğuz Özügül. 2. Baskı. İstanbul: Pencere Yayınları.
  • KUÇURADİ, İoanna. (2003/1). Türkiye Mühendislik Haberleri. Sayı 423, s. 7.
  • KUÇURADİ, İoanna. (2011). Türkiye Felsefe Kurumu. Ankara: Özkan Matbaacılık.
  • Web sitesi : İş Sağlığı Etik Kuralları (www.ilo.org/iloenc/part-iii/ethical-issues/item/337.international-code-of-ethics-for-occupational-health-professionals), Temmuz 2015.
  • İstanbul: Maltepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi.
  • DOĞAN, Aymil (2011). Sözlü Çeviri: Çalışmaları ve Uygulamaları. (2003’ten itibaren 3. Baskı) Ankara: Siyasal Yayınevi.

DOĞAN, Aymil (2014). Sözlü ve Yazılı Çeviri Odaklı Söylem Çözümlemesi. Ankara: Siyasal

Yazar Hakkında

Prof. Dr. Aymil Doğan

Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünde lisans; Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümünde bilim uzmanlığı; Eğitim Bilimleri Bölümü Eğitim Programları ve Öğretim Anabilim Dalında doktora eğitimini tamamlamıştır. Cenevre’deki Mütercim Tercümanlık Yüksek Okulu (ETI)’ndan Konferans Çevirmenliği Eğiticilerinin Eğitimi programından master (MAS) derecesini almıştır. Konferans çevirmenliği ve indeksli tıp dergilerinde İngilizce dil editörlüğü yapmaktadır.

Sözlü Çevirmenlikte Etik Konusuna Kapı Aralığından Bir Bakış

Tags: