İki Kavram Bağlamında Çevirmen Sorumluluğu

Yabancı dil bir iletişim aracıdır.
Ama ana dili öyle değil.
Ana dili insan benliğinin var oluş ortamıdır. İnsan zihninin, kendini ve kendinin dışında kalan evreni kavrayış şeklidir. Bu kavrayış ana diliyle biçimlenir ve sınırlanır.
Bir insanın birden fazla ana dili olur mu? Çok akademik bir sorudur. Böyle insanlar varsa da çok çok azınlıktadır.
Yine aynı şekilde bir insan ana dili ile ifade edemediği bir düşünceye, duyguya sahip olabilir mi?
Bu da son derece felsefî bir sorudur.
Bu iki aşırı örneği bir kenara bırakabiliriz.
Konuyu bilim ve teknolojiye getireceğim. Maalesef bu konuda çok eksik olduğumuz açık.
Yıllardır popüler bilim kitapları okuyorum. Buradaki sıkıntı büyük. Bilimi meslek edinmiş akademisyenler bilgi ihtiyaçlarını yabancı dille yazılmış (çoğu İngilizce) kitaplardan karşılıyorlar.
Konuya amatörce meraklı insanlar için ise durum çok zor. Çok çok az telif eser var. Çeviri eserlerin de çok iyi ve çok kötü olanları var.
Buraya kadar bilinenleri tekrar ettikten sonra, söylemek istediğim çeviri eserlerin bilime amatörce meraklı zihinler için çok çok önemli olduğu ve bu durumun da çevirmene çok büyük sorumluluk yüklediği.
Bizde maalesef çeviri kavramlar için terim sözlükleri de çok yetersiz. Akademisyenlerin ezici çoğunluğu zaten dil konusuna ilgisiz, umursamaz. Bu konuda önderlik yapması gerektiğini düşündüğümüz Türk Dil Kurumu gibi oluşumlar da çok arkadan gelmekte.
Bu konudaki tüm yük çevirmenlerin omuzunda. Yük derken kastedilen insanlarımızın temel bilimsel, felsefi ve sanatsal kavramları zihinlerinde evrenin geçerli ve doğru bir tasviri oluşacak tarzda çevirmek. Bu çok büyük bir sorumluluk.
Ben şahsen özellikle soyut kavramların Osmanlı Türkçesi’nden alınması gerektiğini düşünüyorum. Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden korkmamak lazım. Bilimsel kavramları ise Türkçe köklerden türetmek gerektiğini düşünüyorum. Bu konuyu burada uzatmayacağım, ancak yoğun bir şekilde tartışılabileceği ve nihaî noktanın konmasının zor olacağı açık.
İki kavram demiştim. Biri ‘bilgisayar’.
Aydın Köksal’ın bulduğu bir kelimedir. Bu kelimeden önce ‘kompüter’ ya da ‘elektronik beyin’ deniyordu. ‘Bilgisayar’ çok güzel bir kelimedir ve tutmuştur.
Bu kelimenin sıkıntılı yanı, akla bilgileri depolayıp gerektiğinde sayıp döken bir cihazı getirmesidir. Nitekim ilk önerildiği zamanlarda bu eleştiri sürekli gündemde tutulmuştur. Bu durum da o cihazın asıl işlevi olan hesaplama işleminin vurgusunu zayıflatmaktadır (compute Lat. hesaplamak). Hesaplama kavramının yeri boşalınca, programlama, matematik gibi kavramlar da dışlanmış olmaktadır.
Acaba bu nedenle mi Türkler bilgisayar ve cep telefonu kullanmakta ve en son teknolojiye sahip olma çabasında çok başarılı ama programlama konusunda çok noksan?

İkinci kavram ‘sicim’.
Bu da ‘string theory’ için önerilmiş ve tutmuş. Sicim teorisi.
Bu kavram tüm evrendeki parçacıkları oluşturduğu düşünülen çok çok küçük yapılar için kullanılıyor.
Sicim kavramının sıkıntılı yanı akla gevşek bir iplik parçasını getirmesi.
Oysa işin içine girdikçe görülüyor ki matematiksel olarak önerilen ve fiziksel olarak kanıtlanmaya çalışılan ‘string’ler aslında 11 boyutta belli frekansla titreşen, belli kalınlıkları olan, kimi kendi üzerine kapalı kimi de farklı zaman-mekâna bağlı uçlar içeren yapıları ifade ediyor.
Betimlenmeye çalışılan şey titreşen bir teldir. Bir müzik aletinin teli gibi.
Acaba bu ‘sicim’ kavramı Türklerin evreni betimleme iddiasında olan en son kuramı zihinlerinde canlandırmalarını olumsuz olarak etkiler mi?

Sonuç olarak, bu yazıda nihaî bir karar ya da öneri yok ama düşünülmesi ve tartışılması gereken çok fazla konu var ve günlük hayatın hay huyu arasında gözden kaçıyor bunlar. Bu konular maalesef ve ne iyi ki hem başka bir merci olmadığından hem de yetkinlik nitelikleri dolayısıyla çevirmenlerin omuzlarındadır.
Tüm çevirmenlere kolay gelsin…

Çağatay Korkut

Tags: