Dil öğrenmenin bisiklet sürmek gibi bir beceri olduğunu iddia ederler. Aslında dil öğrenmek daha çok bisikletinize sürekli bakım yapmak gibidir.

Öylesine karmaşık bir makineyi bütün kış bahçede bırakıp sonra bahar geldiğinde sizi işe götürmesini bekleyemezsiniz. Elinizde kalan paslı bir zincir ve inmiş lastikler olacaktır.

Yeni bir dil öğrenenlerin hepsi, yabancı dildeki dil bilgisel yanlışları yavaş yavaş aşıyormuş hissine kapılır.

Dilbilimsel deryalara dalmak, cinsiyetleri, fiilleri ve çekimleri yönetmeyi otomatik hale getirmek ve hatta o dilde bir mizah anlayışı geliştirmek, aklınızı uzun bir süre o dile vermediğinizde yabancı dildeki akıcılığınızı kaybetmenize engel olamayacaktır. Bu olgu “Language Attrition” (Dilin Yıpranması) olarak bilinir.

Bu, herkesin bildiği bir durumdur. Fakat çoğu kişinin bilmediği ise şudur; bu olgu iki taraflı işler. Tıpkı yabancı dilimizi unutabileceğimiz gibi ana dilimizi de unutabileceğimize dair ilginç kanıtlar bulunmaktadır.

Yabancılarla yaşamak, dil öğreniminde en iyi yöntem olarak görülmekte. Kararlılık da işin içine girdiğinde bir dilde uzmanlaşmanın en sağlam yolu budur.  Bununla beraber, büyüdüğünüz çevreden uzak geçirdiğiniz bir on yıl sonrasında, yabancılarla yaşamanın bazı kötü yanları ortaya çıkmakta. Bütün gün yeni dilde konuşup düşünmek ve bütün gece o dilde rüyalar görmek akıcılığın zirve yaptığı zamanlardır fakat bunun sonucunda pratik ihtiyacınız olmadığından ana dilinizdeki yeni kelimelerden haberiniz olmayabilir.

Yirminci yüzyılın genç ve küreselleşen dünyasında uluslararası nüfus hareketlerinin yayılımı ve sıklığı büyük ölçüde artmış durumda. Artık hava yoluyla ulaşım daha geniş kitlelerce karşılanabilmekte. Hatta hiç dönmemek üzere dünyanın öbür ucundaki ülkelere yerleşmek bile insanlar için daha kolay hale geldi. Yeni bir dilde konuşma topluluklarına dâhil olmak, ana dile olan sürekli bağlantılara zarar verebilir.

language_brain

Ana dil yıpranması, duruma göre çok çeşitlilik gösterebilir. Başlangıçta aksanınız veya üslubunuzla alakalı soyut şeyleri etkileyebilir. Örneğin bir keresinde, beş yıl İngiltere’de okuduktan sonra memleketine dönen bir İranlı ile tanışmıştım. Bir yemek siparişinden sonra, Fransızca’daki akıcılığı garson tarafından tebrik edilmişti. İngiltere’deki birkaç yıldan sonra, bir İranlı gibi değil de neredeyse mükemmel bir aksana sahip havalı bir yabancı gibi konuşuyordu.

İranlı oluşu ona el yazısında sıkıntı çıkarsa da bu çok ufak bir örnek olarak kalmıştı. Daha ciddi olanı ise iki dilli olarak yetiştirilen göçmen çocukları. Bir dilin gelişiminin, diğerinde bulunulan noktayla doğru orantılı olması zor bir durum. Göçmenler ana dillerini sadece anne babası veya nine ve dedesi gibi kişilerle konuşabiliyor. Bu yaşlı nesiller göçüp gittikçe, kalanlar ana dillerini aynı keskinlikte koruyabilmek için konuştukları kişileri kaybediyorlar. İnternet siteleri, gazeteler veya televizyon gibi yerlerden alınan girdiler de kısıtlanınca bu durum daha beter bir hal alıyor.

Benzer şekilde, ergenlik sırasında ortaya çıkan ‘kritik edinim dönemi’ denen dönemden önce dil öğrenen çocuklar, hiçbir iz kalmayacak şekilde dili kolayca unutabiliyor. 2003 yılında Fransa’daki psikodilbilimsel bir araştırma, bir kısmı Güney Kore’de yetişmiş evlatlık edinilen çocuklardan diğer kısmı ise hiç Kore diline maruz kalmamış çocuklardan oluşan iki grup insanı test etti. Korece sesleri ve kelimeleri belirlemeleri istendiğinde, evlatlık grup çocukken Korece dilini konuşmalarına rağmen Fransız gruptan daha iyi sonuçlar alamadı. Bu da ana dil yıpranmasında yaşın belirleyici bir etken olduğunu gösteriyor.

Bu korkutucu olgunun en uç örneği ise ana dilin tamamen unutulması.

Bunun yakın zamandaki ünlü bir örneği de Bowe Bergdahl. Kendisi 2009’da Afganistan’da Taliban tarafından yakalanan ve neredeyse 5 yıl boyunca esir tutulan bir ABD piyadesi. İngilizce konuşulan barakalardan, tek iletişim dili Afganca olan bir ortama getirilen Bergdahl, serbest bırakıldığında ana dilini bir yabancı gibi konuşabiliyormuş. Aynı zamanda Afganca’yı sökmüş ve İngilizce’yi düzgün bir şekilde anlayıp iletişim kuramaz olmuş.

Bununla beraber ana dil bir kez öğrenildiğinde unutulması zordur. Bergdahl’ın durumu hiç şüphe yok ki esir tutulmanın verdiği stres ve sebep olduğu travma sebebiyle meydana geldi.

Özet olarak, yabancı dilin konuşulduğu ortamlarda yaşayan insanlar ana dillerini korumaya yönelik bir şeyler yapmalıdır çünkü çevirmen olun ya da olmayın ana dil seviyesinde bir yabancı dil bilmek, o kültüre ait ansiklopedik bilgi dağarcığına sahip olacağınız izlenimi oluşturur. Basit kelimelerin anlamlarını hatırlayamamak da hoş olmayan bir durumdur. Daha da önemlisi, ayrıldıktan sonra da kendi kültürünüzle olan bağınızı korumanızdır. Sadece kendiniz için değil aynı zamanda sizden sonra gelecek çocuklarınız için bunu yapmanız önemlidir.

İşte size bunu yapabilmeniz için üç yöntem:

 

1) Düzenli olarak evi arayın: Yurt dışında yaşıyorsanız, her hafta aileniz ve arkadaşlarınızla yapacağınız yarım saatlik bir konuşma bile paslanmanızı engelleyebilir.

2) Okuyun, yazın, dinleyin: Memleketinizin ünlü bir kitabını okuyun. Ana dilinizde bir günlük tutun. İki dil için de bir radyo kanalı bulun. Ufak fakat sürekli bilgi girişi boşlukları doldurmanıza ve sürekli olarak iki dilde de kelime dağarcığınızı yenilemenize yardımcı olacaktır.

3) Dil buluşmaları: Kendinizi insanlardan soyutlamayı düşünmüyorsanız her zaman uygulanabilir bir seçenek. Büyük şehirlerde sizin ana dilinizi konuşan yabancı kökenli kişiler olması muhtemeldir. Onlarla buluşmak şaşırtıcı şekilde güzel bir tecrübe olabilir.

 

Kaynak

Tags: