Muhteşem Ansiklopedinin Çalışma Döneminden Bir Alıntı

Muhteşem bir çalışma olan Meydan Larousse ansiklopedisinin bir anı ile sonuna gelmiş bulunmaktayız. Bu ansiklopedide çalışmış, çalışma ortamının tozunu yutmuş, doğru bilgiyi bize ulaştırmak için çabalamış daha nice isimler var. Her birine şükran borçluyuz. Gece gündüz çalışıp toplumun doğru bilgiye ulaşması için zamanlarını harcadılar. Bu zamanın içinde Nezihe Araz’ın vefatının ardından yayımlanmış bir “Meydan Larousse Macerası”nda o zorlu çalışma dönemi şu şekilde aktarılıyor:

“Yıl 1970 Mart…

Okulu bitirip iş aramaya başlamışım. Babıali Caddesi’nde daha önce bazı sınıf arkadaşlarımın işe başladığı Meydan Larousse Ansiklopedisi ilk duraklarımdan biri. Konur Ertop’la tanışıyoruz. Ona gidiyorum. O da beni hemen yan masadaki Nezihe Araz’la tanıştırıyor. Nezihe hanım’ın adını duymuşum ama hakkında fazlaca bilgim yok. Tane tane konuşan değişik bir ses tonu olan bir Hanım… Bana bir kaç soru soruyor… Sonra da “yan odada biraz bekleyin” diyor. Yan oda birkaç sınıf arkadaşımın da içinde bulunduğu kocaman bir salon… Ben bu arada arkadaşlarımla sohbetteyim. Az sonra çağırtıyor beni. O arada beni Fakülte’deki hocalarımdan soruşturduğunu öğreniyorum sonradan. “Tamam Birgülcüğüm” diyor, “Ne zaman başlarsın?”  Şaşırıyorum, seviniyorum… Bir hafta izin istiyorum kendisinden. Okulu bitirdim ya hem bunu bildirmek hem de artık İstanbul’da kalacağımı evdekilere anlatmak için Muğla’ya gidiyorum.

İşte “Z” harfine gelinip yayını bitene kadar çalışacağım Meydan Larousse maceram böyle başlıyor. Sanıyorum ilk gün bir de Hakkı Bey’le (Devrim) görüşüyorum. “Sanıyorum” dememek lazım Hakkı Bey’le muhakkak görüşmüşümdür. Çünkü Nezihe Hanım’ın en belirgin özelliklerinden biri Hakkı Bey’e çok sık danışmasıydı. Hatta bir gün ona neden araba kullanmadığını sormuştuk da “Hakkı Bey kullanamazsın diyor” diye cevap vermişti.

Meydan Larousse binası ilk Cumhuriyet Gazetesi binasının hemen karşısında Sultanhamam yönünde biraz daha aşağısında eski oturaklı bir binaydı. Sanırım eski Yeni Sabah gazetesinin binasıymış…

Kapıdan girince bizi sürekli Sızıntı gazetesi okuyan bir görevli karşılardı. Alt katta, fotoğrafhane, arşiv gibi servisler vardı. Üst kata çıkınca tam karşıdaki büyük salon bizim yani “lugat” ve “telif” servislerinin bulunduğu yerdi. Lugat Servisi şefimiz karizmatik Berke Vardar. Telif servisindeki ünlü, İsmet Zeki Eyüboğlu abimiz… Salon kapısının sağındaki odada Konur Ertop, Nezihe Araz ve o zamanlar hiç tanınmayan Oğuz Atay çalışırdı. Salona girmeden soldaki oda ise Selahattin Hilav, Oktay Akbal ve Nezihe Topuz’un odasıydı. Devam edip bir kat daha çıkarsanız karşınıza gelen büyük salon Adnan Benk başkanlığındaki “Tercüme Servisi”’nin konuşlandığı yerdi. Buradan hatırlayabildiklerim Vedat Günyol, Ece Ayhan, Keyise İdalı, Silva Tüccaryan, Hilmi Yavuz, Faik Baysal, Babür Kuzucu… Hemen bu salonun bitişiğinde camlı bir bölmeyle ayrılan odada Hakkı Devrim tüm otoritesiyle otururdu… Nezihe Hanım’la o zaman yalnızca yazdıklarımızla ilgili konularda görüşürdük. Hakkı Bey ise müessesenin tek idarecisi gibiydi… Tüm yetkiler ondaydı. Bütün ansiklopedi maddelerine en son o baktığı gibi tüm parasal işlerde ve idarede son söz yine ondaydı. Onun odasından ileri doğru devam ederseniz düzeltme ve muhasebe servisleri karşınıza çıkardı. Düzeltme servisinde çalışanlardan biri de sonradan yazı çizi işine başlayıp bizi hayli şaşırtacak Hulki Aktunç’tu…

O koridorda sağdaki odaya girerseniz -hayır giremezsiniz- Evet o odaya daha doğrusu daireye girmek mümkün değildi. Çünkü orası patronlar patronu Safa Kılıçlıoğlu’nun ikametgahıydı. Bilerek ikametgah kelimesini kullanıyorum, orada Safa Bey sabahtan akşama kadar yaşardı. Onun emrine verilmiş -Beyaz Rus oldukları- söylenen bir karıkoca vardı. Onlar gün içinde Safa Bey’in hizmetini görür, yalnız ve yalnızca kendileri ve Safa Bey’in yiyeceği öğle yemeğini yaparlardı. İçerde de -hiçbir zaman göremedik- Safa Beyin çalışma odası, dinlenme odası bulunurdu. Safa Bey, Nezihe Hanım ve Hakkı Bey’le birlikte Ansiklopedinin üç ortağından biriydi ve söylendiğine göre en büyük ortağıydı ama günlük işlere hiç karışmaz, dairesinden de pek çıkmazdı. Safa Bey bir kere bizim salona inmişti, o da İstanbul’daki kolera salgınında iş yerine aşı yapmaya gelen hemşireyi denetlemek için. Hepimizin aşılanıp aşılanmadığını iyice kontrol etmişti…

İşyeri adeta bir forum… Her an Türkiye’nin önde gelen yazarları ve çevirmenleriyle içiçeyiz. Biz Berke Vardar şefliğinde küçük bir grup sözlük maddelerini yazıyoruz. Ve inanılmaz iddialıyız… Her sözlük maddesini önce birimiz yazıyor, sonra Berke Bey okuyor, sonra da birlikte tartışıyoruz…

Meydan Larousse Lugat ve Ansiklopedisi adı üstünde aynı zamanda sözlük ve o güne kadar yapılmış en kapsamlı Türkçe-Osmanlıca sözlüğü yapıyoruz… O tarihe kadar yayınlanmış tüm Türkçe-Osmanlıca sözlükler masamızda. Kamusu Türki’den Keresteciyan Sözlüğüne kadar. Türkiye’de ilk etimolojik sözlük Bedros Keresteciyan’ın…

Sözlüğümüzde kelimelerin etimolojisi yanında her anlama uygun örnek cümleler de var. Bu örnek cümleler daha önceden kesilip kelimeyle ilgili zarflara yerleştirilmiş. Bunlar ünlü Türk yazarlarının kitaplarından kesilmiş. Yahya Kemal, Kemal Tahir, Halid Ziya vb. Ama Nazım Hikmet yok… Bu benim kanıma dokunuyor. Türkçeyi bu kadar güzel kullanan üstelik devrimci bir şairin dizeleri sözlükte örnek cümle olarak nasıl yer almaz? Bunu kendime iş ediniyorum. Yazdığım maddelerden uygun olanı çıktığında o kelimenin geçtiği bir Nazım Hikmet şiirinden bir iki dizeyi örnek olarak ekliyorum. Berke Bey’in bunlarla bir sorunu yok… Kelime ve cümle doğru olsun tamam. Parafını atıyor… Peki son okuyucu? Maddeler en son Hakkı Devrim’in önüne gidiyor… Ve Hakkı Bey üşenmeden yazdığım her Nazım dizesinin üstüne bir çizik atıyor. Ben yazıyorum, o çiziyor, ben yazıyorum o çiziyor… Hakkı Bey bu hakkını bir kez kullanmıyor ya da dalgınlığına geliyor… Ve ben yalnız savaşçı, koskoca sözlüğe Nazım’dan sadece iki dize sokabiliyorum “Mavi Gözlü Dev” şiirinden iki dize.

Nezihe Araz’a gelince o yılların deneyimli gazetecisi, bir ara Behice Boran’la beraber üniversitede çalıştığını duymuşuz, ama gene de yadırgıyorum onu. Evliya Mevliya hikayeleri yazmış ya biraz uzak duruyorum. Henüz hoşgörüyü pek fazla banimsemediğimiz yıllar. Önyargılarım muhteşem…

Bir gün Nezihe Hanım işyerinden bir grubu evinde yemeğe çağırıyor. Ben de davetliler arasındayım ama canım pek gitmek istemiyor. Arkadaşlar yemeyip içmeyip bunu ona yetiştiriyorlar. Nezihe Hanım bütün inceliğiyle beni bir kez de kendisi davet ediyor. Artık kaçış yok. Nezihe Hanımın Arnavutköy’de sahil yolundaki dairesinde toplanıyoruz… Yemekler de muhteşem içkiler de sohbet de. Bizlere gazetecilik yıllarında Anadolu’ya yaptığı yolculukları anlatıyor, Anadolu kadının giyimiyle ilgili topladığı örnekleri gösteriyor… Kitaplarının adına bakarak bağnaz zannettiğim Nezihe Hanım önyargılarımı yıkıveriyor. Nezihe Hanım tarikat ehli ama son derece uygar görüşlü ve hümanist bir insan olarak yer etmiş hafızamda…

O zamanlar aramızdaki adı Meydan Kabus’tu… Halbuki hiç de kötü bir işyeri değildi. En azından çalışmadığımız zamanlarda çok kaliteli sohbetler edebiliyorduk. Türkiye’nin en kaliteli yazar ve çevirmenlerinden bir grup oluşturuyordu yazı kadrosunu.

Rivayet edilir ki ansiklopedinin ilk çalışmaları başladığında bizim fakültedeki. Türk Dili ve Edebiyatı ile Tarih bölümlerinden bir yönetici kadrosu oluşturmuşlar. Yani sağcı hocalardan… Bunlar bir kelimeyi ele alıp “Mirim, misal mi diyelim örnek mi diyelim” diye tartışırlarken zaman geçip gidermiş. Elde yazılan bir şey yok… Sonunda Safa Kılıçlıoğlu patlamış: “Toplayın solcuları, çıkarsınlar ansiklopediyi”… Rivayet dedim ya ama solcular çok fazla değildi. Daha çok ortanın solu ekolünden… Tabii bizim için en birikimli solcu Selahattin Hilav’dı…

Biz karı koca iki Dev Genç’li bayağı başını ağrıtmıştık Nezihe Araz’la Hakkı Devrim’in. Devir 12 Mart devri. Her gün bir baskın, bir harekat… Sabahları biraz geciktik mi Hakkı Devrim soruyor: “Dev Genç’liler geldiler mi?” Bu arada evlerde arama yapılıyor, biz de bazı kitaplarımızı poşete koyup, evin yanındaki arsada kuytu bir yere bırakıyoruz… Bulurlarsa kimin olduğu belli olmayacak. Bazı daha değer verdiğimiz kitapları ise birer ikişer Meydan Larousse’a taşıyoruz… 12 Mart rüzgarı dinene kadar kitaplar orada kalıyor. Patronların bu kitap saklama işinden haberleri olup olmadığını bilmiyorum. Ama olduğunu sanıyorum, çünkü Hakkı Bey’in uçan kuştan haberi olurdu.

Korkunun ecele faydası yok. Bir gün Dev Genç davası açıldı… Bulunanlar bulundu bulunamayanlar aranıyor. Hem de TRT radyolarından yayınlanan duyurularla… “Samsun’da doğma Mehmet’ten olma…” E bu bizim Gürel Ergev… Sevgili kocam yani. Bir akşam 19.00 bülteni sırasında başladı anons. Günlerden Cuma… Tabii herkes dinliyor radyoyu, “Sayın muhbir vatandaş”lar da. Biz öyle böyle iki günü geçirdik. Gürel’in bütün derdi polise yakalanmadan askere teslim olmak. Çünkü polise yakalanmak doğrudan işkence demek. Pazartesi sabahı biraz de tedirginlik içinde işyerine ulaşıyoruz. Doğru Hakkı Bey’in odasına. Gürel, Hakkı Bey’e teslim olmaya gideceğini bildiriyor. Ve onu Meydan Larousse’un kapısından uğurluyoruz. En yakındaki askeri kuruluşa gidecek… Ben gayet sakin duruyorum. Ona ne olacak diye korkuyorum ama yiğitliğe de leke sürdürmüyorum. Nezihe Araz’ın gözleri doluyor. “Ağla kızım ağla sonra daha kötü olursun” diye sevecenlikle yaklaşıyor bana. Gürel’in tesliminde bir sorun yaşanmıyor, Davutpaşa Kışlası’na konulduğu haberini alıyoruz. Ben haftada bir ziyaretine gidiyorum. 20 gün sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest kalıyor… Ve yeniden işe başlıyor. Ay başında maaş alırken doğal olarak 20 günlük ücretinin kesilmesini bekliyoruz ama hayır, muhasebeden maaşını tam olarak veriyorlar. O zaman ikimiz de “Büyüksün Hakkı Devrim” diyoruz…

Meydan Larousse’un tek teröristi Gürel değil tabii. Sevgili Vedat Günyol abimiz de örgütçülükten uzun bir süre hapiste kalıyor. Ve biz şefimiz Berke Vardar kanalıyla onun hapishane günlerine ilişkin bilgiler alıyoruz. Hakkı Bey ve Nezihe Hanım ona da büyük bir kadirbilirlikle sahip çıkıyorlar… Öyle ki maaşını doğrudan verirsek belki kabul etmez diye Vedat Bey’e çevrilecek metinler gönderiyorlar. O da cezaevinde onları çevirip iade ediyor. Böylece Vedat Günyol’un maaşının ödenmesinin onu incitmeyecek yöntemi bulunmuş oluyor.

Ve Berke Vardar… Onu tek kelimeyle anlatmak istesek herhalde “karizmatik” kelimesini kullanmak gerekirdi. Bir tarafıyla iyi Fransızca bilen, Türkiye’de dilbilim eğitiminin öncülüğünü yapan, Bülent Ecevit hayranı, bizi aşırı solcu bulan, bizim de fazla ılımlı bulduğumuz, bir tarafıyla Şişli sokaklarından aşina olduğu bir bıçkınlık taşıyan, bir tarafıyla babası Galip Vardar’dan miras tarih bilgisi, kitap düşkünü sevgili şefimiz… Onunla üç yılı aşan bir zaman içinde ekip çalışması yaptık. Her zaman ciddi, elinde Petit Larousse devamlı sigara içen sevgili Berke Bey’i de çok genç yaşta kaybettik. Sanıyorum Büyükada’daki evlerinden söz ederdi bazen. Almanya’da opera eğitimi gören kız kardeşinin ses açma çalışmalarından şaka yollu şikayet ederdi… Yıllar sonra o kız kardeşinin adının Yekta Kara olduğunu öğrenmiştim….”


Birgül Ergev o zorlu dönemi bu şekilde kaleme almış. Kişileri, zorlukları bugünlere taşıyan harika bir anı.

Ansiklopedi çıkarken önsözde Hakkı Devrim özetle şöyle diyordu:

“Türkiye henüz yaşayan Türkçenin tam bir lügatından ve A’dan Z’ye tamamlanmış büyük ve ciddi bir ansiklopediden yoksundur. Cumhuriyet öncesi lügatler faydalanılamaz durumdadır. Meydan, Türkiye’nin iki büyük ihtiyacını tek elde topluyor. Dünyanın ilk büyük lügat ve ansiklopedisini Fransa’da Pierre Larousse, herkesi her konuda aydınlatmak sloganıyla çıkardı. 1897-1904 arasında 17 ciltte tamamlandı. 1960-64 arasında basılan son Larousse ise Grand Larousse adıyla 10 ciltti, 450 bin madde vardı, 31.458 resim, 1058 harita bulunuyordu. Meydan ile Larousse kurumları 1966’da ansiklopedinin Türkçede yayını konusunda anlaştılar. 1969’a kadar 2,5 yıllık hazırlık sürecinde Grand Larousse Türkiye’de yayınlansaydı nasıl olurdu diye sorularak buna göre yayına hazırlandı. 450.000 madde yeniden fişlendi. Konular 147 bölüme ayrıldı. Yüzlerce uzman konularında tercüme ve telifte çalıştılar ve Türkçe madde başlıkları alfabetik olarak yeniden yazıldı. Grand’da yer alan Fransızca lügat çıkarıldı, yerine Türkçe lügat konuldu. Böylece aslında üç eser birlikte verildi: Dünya çapında bir ansiklopedi, bir Türk-İslam ansiklopedisi, bir de Türkçe lügat. Baskı tekniği Larousse gibi yapıldı, ofset tekniği kullanıldı, kâğıt kalitesi Larousse ile aynıydı ve eser 6 punto ile basıldı. Her cildin sonunda madde yazarları, genel kaynaklar ve bibliyografya verildi.(ML, cilt 1, önsöz).”

Meydan Larousse’nin Muhteşem Emektarlarına İthafen

Büyük emeklerle ortaya koyulan Meydan Larousse ansiklopedisinde emeği geçen tüm çevirmen büyüklerimize ve bu çalışma ortamının tozunu yutmuş tüm değerli çalışanlarına zamanın zorluklarına rağmen bizlere doğru bilgiyi vermek için gece gündüz çalıştıkları ve bizi böylesi derya deniz bir külliyata ulaştırdıkları için şükranlarımızı sunmak adına Çeviri Blog ailesi olarak bir tören düzenlemeyi hedefliyoruz. Aynı zamanda bunu 30 Eylül Dünya Çeviri Günü ile taçlandırmayı amaçlıyoruz.

İyi ki varsınız, iyi ki vardınız ve iyi ki bize ve dilimize bu bilgi denizini ulaştırmak için zamanın zorluklarına göğüs germişsiniz. Nesiller boyu, geçmişimize tuttuğunuz ve geleceğimize tutacağınız bu ölümsüz bilgi meşalesi asla unutulmayacak.

Saygılarımızla,

Çeviri Blog Ailesi.

 


Kaynakça

Tags: