Protokol tercümanlığı çok zevkli, bir o kadar da kritik ve hassas bir görevdir. Bunu yapmak, tercümanlığın her alanında olduğu gibi, özel bir birikim, yüksek genel kültür seviyesi ve  uluslar arası ilişkiler alanında uzmanlık gerektirir. Bu uzmanlık, sadece çevirmenlik yapılacak konu ve içerikle ilgili değil, diplomasi, oturma-kalkma, üslup ve onurlu bir duruş gibi konularla da ilgilidir.

“Protokol” denince, akla yerel yönetimlerden başlayıp, devletlerin en üst kademesine kadar, bürokrasinin veya sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin, yurt dışından gelen veya hali hazırda ülkede bulunan yabancı muhataplarıyla görüşmeleri, istişare ve işbirliği toplantıları, nezaket ziyaretleri, vs. toplantıları akla gelir. Bu toplantılar ve görüşmeler, planlanmış ve olağan toplantılar olabileceği gibi, planlanmamış ve acil de olabilirler. İki durumun da tercüman açısından gereksinimleri ve hazırlık aşamaları farklılıklar gösterir.

Toplantıya ev sahipliği yapacak kurum temsilcileri, ilk etapta kurumlarını, kendilerini ve çalışmalarını tanıtacakları için, tercümanın da kurumun tarihçesini, güncel yapısını, misyonunu, bağlı olduğu üst kuruluşu veya kendisine bağlı olan alt kuruluşları ve kurumun işlevini çok iyi bilmesi gerekir. Bunun yanında, tercüman, kurumda görevli kişilerin unvanlarının, hem kaynak dilde, hem de hedef dilde hangi terimlerle ifade edildiğini bilmek durumundadır. Özellikle askeri kurumlarda, rütbelerin doğru tercümesi, ilerde kimin kiminle muhatap olabileceğini belirlediği için, çok önemlidir. Örnek: Bir orgeneral, bir tuğgeneralle muhatap olmaz. Hatta, kara, deniz veya hava kuvvetleri ayrımı bile, kurumlar arasında kurulacak ilişkiyi ve temsilciler arasındaki ilgiyi şekillendirir.

Toplantı, planlı bir oturumsa, geçerli terminolojiye hazırlanmak için tercümanın çalışma yapmış olması gerekir. Bu çalışma, kurumun sağladığı veya umuma açık broşür, video, medyatik yayınlar, web sayfası, konuşma metni, sunuş ve özel dosyalar vasıtasıyla yapılır. Ne kadar fazla bilgi alınırsa, toplantılar tercüman açısından o kadar rahat geçer. Sürprizlerle karşılaşmak her zaman mümkün olduğu gibi, bu durumlarda bile, iletişimi başarıyla sağlamak da tercümanın görevleri arasındadır.

Toplantı acilse, en kötü ihtimalle, toplantıya giderken, yolda internete bağlanıp, ev sahibi kurumun veya konukların bağlı oldukları kurum hakkında bilgi alınabilir veya arama motorlarından bu kurumlarla ilgili en güncel haberlere bir göz gezdirilir. Örneğin; bir kuş gribi salgını durumunda Sağlık Bakanlığı kuş gribi aşısı ithal etmişse ve tercümanın çağrıldığı toplantı, Dünya Sağlık Örgütü ile ilgili Bakanlık arasında ise, illa ki güncel konular da konuşulacağından, bu konunun gündeme gelme olasılığı %100’dür. Ayrıca, sakıncası yoksa, toplantının organizasyonundan sorumlu veya tercümanla ilgilenmesi öngörülen kişi telefonla aranarak, “kim kimdir, konu nedir, gündem nedir, bilinmesi gereken konular nelerdir?” gibi acil sorular sorularak, bilgi almak gerekebilir. Yapacak fazla bir şey yoktur zaten.

Toplantı başlamadan, tercümanın nasıl bir duruş sergilemesi gerektiği, kimi hangi düzeyde temsil edeceği, rolünün tam olarak ne olacağı konularında bilgi alması şarttır. Aksi takdirde tercüman, rolünü büyütebilir, veya tavrını gerektiği ölçüde, kendisinden beklendiği şekilde  gösteremeyebilir. Ayrıca, toplantılar esnasında, üslubun ne olacağı, dilin hangi seviyede kullanılacağı da iyi bilinmelidir. Bu üslup, samimiden mesafeliye kadar, kurumun belirleyeceği tarzda olabilir. Örneğin; “sakin bir tanışma toplantısı yapacağız, resmi olmayacağız” denebileceği gibi, “çok kritik bir toplantı, onlara bizim kim olduğumuzu göstereceğiz!” şeklinde kriz yönetimi toplantısı üslubu da öngörülebilir. Bu durumda, ev sahibi rahatken, tercümanın gergin ve resmi konuşması ne kadar uygunsuzsa, ev sahibi resmi ve kızgınken tercümanın rahat ve samimi ifadeler kullanması da o denli uygunsuz kaçacaktır.

Tercümana, bazen atmosferi yönetme veya atmosfer yaratma görevi de verilebilir. Ev sahibi, bunu tercümana açıkça söylemelidir. Bazen, talimat gereği, konukların hoş vakit geçirmelerine vesile olmak, bazen onları ülkemiz ve durum hakkında bilgilendirmek, bazen işler yolunda gitmediği zaman veya teknik bir aksaklıktan dolayı mahcubiyeti azaltmak için konukları oyalamak ve zaman kazanmak, bazen konuklara hiç yüz vermemek ve soğuk davranmak, bazen onları en üst düzeyde tutmak ve gönüllerini almak, takdir etmek, bazen güven telkin etmek, bazen de kızgınlığı ve kırgınlığı, hayal kırıklığını ifade etmek, belki suçlamak ve hesap sormak gibi rollere ve üsluplara bürünmek gerekebilir.

Tercüman, tercümanlığını yaptığı kişinin o anki ruh halini ve buna binaen söylediklerini, hemen hemen aynı duygularla ifade edebilmelidir. Örneğin; kızgın bir ifade veya sitem, tercüman tarafından çevrildiğinde ve yabancı konuk buna karşın gayet sakin bir şekilde cevap veriyorsa, ev sahibi tercümana çıkışarak “Sen bizim bu konudaki hassasiyetimizi iyi aktaramadın galiba, bak bir kez daha söylüyorum… Adama bak, hiçbir şey olmamış gibi rahat rahat konuşuyor” diyebilir. Yabancı konuktan beklediği tepkiyi alamayan ev sahibi, sinirini tercümandan çıkarabilir. Tercümana karşı yapılan bu çıkışma, yabancı konuğa çevrilemeyeceği gibi, tercüman da eksik veya yanlış çevirdiği şüphesiyle, zan altında kalır. Yabancı konuk, ev sahibi ile tercüman arasındaki bu konuşmayı anlamadığı için meraklı gözlerle bakar ve toplantının seyrini etkileyen, hoş olmayan bir durum ve atmosfer ortaya çıkar. Ev sahibi bazen o kadar hiddetlenir ki, ortalığa, kendi personeline veya yabancı konuğa bağırır, hatta küfür eder. Bu durumda, bir anlık sinirle söylenenleri derhal çevirmek yerine, “Efendim, bunu gerçekten çevirmemi ister misiniz?” şeklinde, nazik, yatıştırıcı bir tarzda sormak yerinde olabilir. Bunun karşılığında tercüman, iki türlü cevap alır: Birincisi; “Evet, çevir tabii, az bile söyledim hergelelere, benim asabımı bozmasınlar, benim adım Cengaver …, dedem de zaten Balkan güreş şampiyonuydu, onlar bizi er meydanından iyi bilir, söyle sen, aynen çevir!” olabilir ki, bu durum hem ev sahibini, hem bu ağır cümleleri nasıl toparlayacağını ve aktaracağını kara kara düşünen tercümanı, hem toplantının bundan sonraki seyrini, belki de iki ülke arasındaki ilişkilerin akıbetini etkileyecek ve herkesi son derece zor durumda bırakacaktır. İkinci cevap ise: “Yok canım, aman bunu çevirme, sonra kriz çıkar, hepimiz yanarız” şeklinde olur ki, bu cevap şekli %95 oranında tercih edilir. Siyasetçi esip gürlemiş, rahatlamıştır, tercüman ise ecel terleri dökmüştür. Yabancı konuk ise yine kocaman gözlerle tercümanın iki dudağından çıkacak sözleri beklemektedir. Böylesi durumları yönetmek, sadece tercüman için değil, tüm toplantı katılımcıları açısından gerçekten sabır ve olgunluk ister.

Bazen, üst düzey bir toplantıya acilen tercüman çağrılabilir.Bu aciliyetin çeşitli nedenleri vardır: Örneğin, öngörülen tercüman hastalanmıştır veya toplantı mekanına ulaşamayacaktır. Bu durumda, son dakika bir acil tercüman bulunur ve alel acele, kapalı kapılar ardından makama girilerek, tercüman koştura koştura toplantıya sokulur. Nefes nefese tercüme yapılır.
Aciliyetin bir başkan nedeni de, hali hazırda başka bir konu vesilesiyle ülkede bulunan yabancı konuğun, hazır gelmişken nezaketen veya ihtiyaçtan dolayı, bir başka kurumla da görüşmeye karar vermesinden kaynaklanır. Bu acil toplantılarda gündem ya acilen belirlenir, ya da hiç belirlenmez. Ev sahibi de, ne konuşulacağını bilmiyor olabilir, duruma göre hareket eder. İki tarafa da gönlünce konuşur, dostane mesajlar ve işbirliği vaatlerinde bulunur. Tercümanı ilgilendiren konu ise, yine aynıdır, zira iki kurumun da yapısını ve işlevini, ülkeler ve bu kurumlar arasındaki güncel konuları bilmek zorundadır. İki ülke arasındaki ilişki ve varsa sorunlar, zaten malum olduğundan, burada genel kültüre ve gazete manşetlerinden hatırda kalan konulara başvurmak, en iyi çözümdür. Bu bağlamda, Türkiye ile ilgili yabancı dilde haber yapan ve yayınlayan kuruluşların yayınlarını dinlemiş ve izlemiş olmak çok faydalıdır.

Öte yandan, gündem belli olsa bile, mahremiyet ve/veya güvenlik nedeniyle, tercümana bu konuda bilgi verilmemiş olabilir. Toplantının gizlilik durumu olabilir ve kamuoyuyla paylaşılmayacak bir istişare, uyarı ve karar toplantısı olabilir. Tercüman, bu duruma da hazır olmalı, toplantıda edindiği bilgileri derhal belleğinden silmeli, hiçbir şey duymamış gibi davranmalı, birisi sorduğunda cevap vermemeli, not aldıysa, bu notları ya toplantı sonunda ilgililere teslim etmeli, ya da derhal imha etmelidir. Bu bilgilerin uygun olmayan kişi veya kurumların eline geçmesi, hem tercümanı, hem ilgili kurumları, hem de ülkeyi uluslar arası ilişkiler açısından  zora sokabilir.

Bazı toplantılarda ses veya görüntü kaydı alınır. Bunun gerekçesi, ilgili memurların veya basın mensuplarının, konu ve konuşmalar hakkında rapor veya haber hazırlayacaklarını beyan etmelerinden kaynaklanır. Normalde, tercümanın rızası alınması gerekir ama tercümanın protokolde yeri hayli aşağıda olmasından dolayı, ülkemizde bu tip toplantılarda ses veya görüntü kaydı alınırken sorulan en son kişi, tercümandır.

Tercümanın bir toplantıya katılırken, o toplantının katılımcıları hakkında bilgi sahibi olması, kendisini rahatlatır. Örneğin; Ortadoğu ülkelerinin, Müslüman ülkelerin temsilcileri ile ülkemiz temsilcileri arasında, ayrıca bir samimiyet ve sıcaklık olduğu söylenebilir. Yine  Azeri, Türkmen, Boşnak, Pakistanlı, Kıbrıslı, vs. soydaşlarımızla yapılan toplantılar ve eski Osmanlı topraklarından gelen konuklarla, aramızda tarihi ve kültürel bağlar olduğundan, duygusal anlar, kucaklaşmalar, öpüşmeler, ve duygusal anlar yaşanabilir. Tercüman, bu samimiyetin bir parçası olabilmeli, bu duygusal anları algılayabilmeli, hissedebilmeli ve mümkünse yaşayabilmelidir. Bu bağlamda, kardeş kültürlere mensup konuklarla yapılan toplantılarda, özellikle ortak kelimelere veya atasözlerine, deyimlere, tarihi kişiliklere ve yüce yapılara atıf ve vurgu yapılabilir. Bunlar, aslında tarihte aynı dili konuştuğumuzu, birbirimize yabancı olmamıza gerek olmadığını vurgulamak için yapılan jestlerdir. Bu deyimleri, tarihi kişilikleri, yapıları, tercümanın da bilmesi gerekir. Bu toplantılar, tercümanın şaşırarak, genel kültürünü geliştirme ortamları değildir. Kendisinden, bütün bu ortak kültürel varlıkları iki dilde de uygun terimlerle ifade edebilmesi beklenmektedir. Örneğin; Bizde “Ayasofya Müzesi” olarak geçen, uluslar arası arenada “Hagia Sophia Cathedral/Basilica” olarak anlılmaktadır.

Toplantılar esnasında, konuklarla anlaşılan ortak dilin yanında, anlamı pekiştirici başka bir ortak dil kullanılabiliyorsa, bu durum hem konukları, hem de tercümanı rahatlatır. Örneğin, Boşnak kökenli bir tercüman, Bosna heyeti ziyareti esnasında, ortak dil İngilizce olarak belirlenmiş olsa da, aslen Boşnak olduğunu çıtlatabilirse, birçok bariyer ve engel otomatikmen ortadan kalkabilir. Tercüman, sıkıştığı yerde, veya çok özel, yöresel bir terimi çevirirken, direk orijinal Boşnakçasını söyleyerek, herkesi rahatlatabilir.
Avrupalılar, Amerikalılar ve diğer Batı ülkelerinin temsilcileri ile toplantılarımız biraz daha resmi ve profesyonellik çerçevesinde geçmektedir. Bunun sebebi, iki taraf için de düşündürücü ve tartışma konusudur. Taraflar arasındaki kültürel, tarihi ve mentalite anlamında var olan ciddi farklılıklar, konuşmalarına ve tavırlarına doğrudan yansımaktadır. Toplantıların atmosferini, Batılıların Türkiye ve Türk Devleti’ne ilişkin algısı ile bizim bürokratlarımızın Batı algısı şekillendirmektedir.

Tercüman, protokol toplantılarında, bilmediği bir terim varsa, bu terim telaffuz edildiğinde, onu çevirmek için bildiği en yakın ve uygun terimi kullanmalı, kendisini düzelten olursa, yeni ve uygun kelimeyi saniyeler içinde öğrenip, lügatına katıp, toplantı süresince başarıyla kullanmayı öğrenmek zorundandır. Bu kelimeyi not alıp, yuvarlak içine almak, bir dahaki sefere hemen bulabilmek için uygun olabilir. Gerektiğinde oraya bakıp, tercümanın bu yeni kelimeyi akıcı bir şekilde kullanması gerekir. Tercüman, özellikle kilit bir terimi iki kere hatalı çevirdiği zaman, bu durum, bu terimi gerek konuşmalarında, gerekse yazışmalarında sürekli kullanan katılımcılar nezdinde kulak tırmalayıcı bir hal alır, taraflar rahatsız olurlar ve bir süre sonra bunu dile getirirler. Örneğin, tercüman ülkemizde yapılan “şehir hastanelerine”, “city hospitals” derse, bu terim mantıken doğru olsa da, kabul görmeyebilir. Doğru terimin “Integrated Healthcare Campus” olduğunu, ya toplantıdan önce öğrenmiş olmak, ya da en geç toplantı esnasında düzeltilerek öğrenmiş olmak ve derhal kullanmak gerekmektedir.

Tercüman, protokol toplantılarında, anlaşılması güç ve farklı şivelere sahip konuklar için çevirirken, söylenenleri her türlü zorluğa rağmen, iyi anlamak zorundadır. Zira, bir basın toplantısında, veya açılış konuşmasında, konuğun söylediğini anlamamak, birkaç kez tekrar ettirmek, şivesi bozuk olan konuk hatalı kelimeler kullanıyor olsa bile, bunu tercüme edememek, tercümanı çok zor durumda bırakabilir. Bunu aşmak için, farklı şivelerde metinler dinlemek ve bunları taklit etmeyi iyi bilmek gerekir. Bir Hintli’nin, bir Çinli’nin, bir Afrikalı’nın İngilizceyi nasıl telaffuz ettiği, tercümanın aşina olması gereken konulardandır. Sonuçta konuk, eğitimsiz veya yabancı dili yetersiz, sıradan halktan birisi de olabilir.

Bazen, tercümanın görevi, iş toplantısı bittikten sonra da sona ermeyebilir. İki lider veya protokol şefleri, binaya girerken veya çıkarken, dar bir koridorda yürürken kendi dillerinde sohbet edebilirler, sağa sola selam vererek, hal-hatır sorabilirler. Tercümandan, liderlerin hemen arkasında veya yanlarında yürüyerek, onların ağızlarından çıkanı, hemen çevirmesi beklenebilir. Bazen heyetin kalabalık olmasından, bazen de korumaların koruma içgüdüsü, güvenlik kaygısı ve görev aşkından dolayı, tercüman liderlere fazla yaklaşamayabilir ve nihayet söylediklerini duyamayıp, çeviremeyebilir. Bu durumda, ilgililere bilgi verip, tercüman olarak liderlerin söylediklerini duymak, anlamak ve nihayetinde çevirmek için, onlara çok yakın mesafede durmak gerektiğini anlatmak ve bu konuda yardım istemek gerekebilir. Aksi takdirde, gerektiği anda, her ne sebepten olursa olsun, liderin yanında değilseniz ve aranıp bir-iki saniye içinde bulunamıyorsanız, sıkıntı olabilir.

Bunun yanında, protokol şefleri, gerek toplantılara, gerekse yalnız kaldıklarında, yani bire bir görüşmelerinde, aile gibi özel konularda konuşabilir, samimi sohbetlere girebilir, espriler yapabilir veya şakalaşabilirler. Tercüman bütün bu insani ilişkilere eşlik etmeli, söylenenleri ve olanları yadırgamamalı, verilmek istenen mesajı en uygun dille karşı tarafa aktarabilmelidir. Arkadaş veya dost olma çabası gösteren liderler, tercümanın soğuk duruşundan dolayı bu samimiyeti gerçekleştiremezlerse, tercümanı ekarte edip, ya “tarzanca”, ya beden diliyle, ya da dilleri döndüğü kadar bildikleri yabancı dille birbirleriyle sohbet etmeye çalışabilirler. Bu da tercümanın gerekliliğini ortadan kaldırır ve gurur kırıcı bir durumdur.

Yemekte veya yemekli çeviri işleri, zamanları kısıtlı olan bürokratların, toplantılar arasında yemek yemek zorunda olmaları ve bu yemekleri de toplantı olarak değerlendirme gereksiniminden ortaya çıkar. Tercüman, yemek yemekten ziyade, liderlerin söylediklerini çevirmek için o ortamda bulunur. Yemeğin ve sofranın bir parçasıymış gibi görünse de, aslında değildir. Ev sahibi konuşurken, konuk yemeğini yer. Tercüman, ev sahibinin söylediğini konuğa çevirirken, iki taraf da yemeğini yer. Söylenenleri anlayan konuk, cevap verir. O arada ev sahibi yemeğini yer. Tercüman, konuğun cevabını ev sahibine çevirirken, iki taraf da yemeğini yer. Bu durum yemeğin sonuna kadar böyle devam eder. Herkes sırayla konuşup, tercümanın çevirmesini dinlerken yemeğini yer, tercüman ise sürekli konuşur. Yemek sonunda, vicdan azabı çekmiş gibi yapan ev sahibi veya konuk, tercümana “Aaa, ama siz konuşmaktan hiçbir şey yiyemediniz..” diyerek, tercümana nezaket ve merhamet gösterisi yapar. Yemekli toplantılarında, enteresan şeyler çevirmek gerekebilir. Bu tür yemeklerde, ev sahipleri, genellikle yöresel yemek kültürlerinin en geleneksel, en orijinal ve otantik örneklerini sergilemek isterler. Böylece tercüman, adı hiç duyulmamış, ismi belki hiç çevrilmemiş, endemik bitkilerden yapılmış yiyecek ve içeceklerin isimlerini çevirmek zorunda kalabilir. Örneğin, “deniz börülcesi, paçanga böreği, mıhlama, keşkek” gibi yiyecekleri çevirirken, yiyeceğin orijinal ismini ısrar etmeden bir kez telaffuz edip, neden ve nasıl yapıldığını anlatmak yerinde olur.

Başarılı ve verimli toplantılardan sonra, ev sahibi ve konuklar arasında, hediyeleşmeler, hep beraber “aile” ve hatıra fotoğrafı çektirmeler, sertifika töreni gibi adetler yerine getirilir. Bu durumlarda, bazen tercümana da hak ettiği değer verilir. Konuklar, sık sık tercümanlık hizmetlerinden faydalandıklarından dolayı, kendisine karşı müteşekkir bir tavır içinde olurlar, zira tercüman sayesinde sağlam bir iletişim kurduklarının bilincindedirler. Tercümana bazen bir plaket, kravat, el işi veya hediyelik eşya, kurumun arması veya bir katılım belgesi takdim ederler. Bazı konuklar, tercümanın dil ve iletişim becerilerinden ve bazen kişiliğinden son derece etkilenirler ve toplantılar biterken, belki kapanış konuşması esnasında, tercümana ayrıca tüm katılımcıların huzurunda emekleri için teşekkürlerini ifade edip, kendisini alkışlatırlar. Bu durum, tercümanı son derece onore ve motive eder.

Bazı yabancı konuklar, tercümanın hizmetlerinden son derece memnun kaldıklarından olsa gerek ki, daha sonra da çalışabilmek için, tercümanın iletişim bilgilerini alırlar. Bu sayede, zaman içinde, tercümanın uluslar arası camiadan, farklı ülke ve kültürlere mensup bir çok dostu ve çevresi olur. Tercümanın bu ilişkileri ve bu ağı çok iyi ve dikkatli değerlendirmesi gerekir. Asla profesyonellikten ödün vermemeli, iş ilişkisinin ve diplomasinin dışına çıkmamalıdır. Sonuç olarak tercüman, tıpkı bir diplomat gibi, bir nevi ülkesini temsil etmekte, ülkesinin dili, kulağı ve kalemidir. Bu görevi layıkıyla ve hassasiyetle yerine getirmeye özen göstermelidir.