Görünen o ki Hollywood’un tahminlerinde haklılık payı var. 2016 yapımı Geliş (Arrival) filminde Amy Adous, uzaylıların dilini çözmeye çalışan dilbilimci Louise Banks’i canlandırıyor. Zamanla keşfediyor ki; ‘zaman’ olgusu uzaylılara geleceği görebilme yetisi veriyor. Dillerini çözümledikçe ‘zaman’ kavramını da anlamaya ve farklı bakış açısı kazanmaya başlıyor dilbilimci Banks. Filmde bir karakterin de söylediği gibi: Yeni bir dil öğrenimi, beyni yeniden yapılandırıyor.

Güncel bir çalışma gösteriyor ki iki dilli insanlar, olayların süresini algıladıkları dil bağlamına bağlı olarak zaman kavramını farklı değerlendiriyorlar. Belki geleceği görebilme kısmında Hollywood’la uyuşmuyoruz ancak söz konusu çalışma, zaman algısı farklı olan bir dil öğrenmenin beynimizi yeniden yapılandırdığını ortaya koyuyor. Araştırmanın bulguları, aynı zamanda, çift dillilerdeki bilişsel esnekliğin ilk psiko-fiziksel kanıtları.

Çift dilli insanların, söz konusu iki dil arasında hızlıca ve farkında olmadan geçişler yaptığı bir süredir biliniyor ki bu duruma “dil değiştirme” (code-switching) deniyor. Buna ek olarak, farklı diller, farklı dünya görüşü kazanmamızı ve etrafta olup bitenleri farklı yollarla organize etmemizi sağlıyor. Çift dilli (veya çok dilli) insanların, düşünme eyleminin bu farklı yollarını nasıl deneyimleyebildikleri ise dil araştırmacıları için ayrı ve gizemli bir konu.

kaynak: google görseller

ZAMAN, İMGELEM VE DİL

‘Zaman’ büyüleyici bir kavram, zira soyut bir şey olmasına rağmen tüm işlerimizi onu baz alarak planlıyoruz. Zaman ile ilgili olarak ilgi çekici bir diğer nokta; onu, imgesel ve dilimiz dahilinde deneyimleyebiliyoruz. Soyut bir kavram olduğundan, zaman hakkında konuşabilmenin tek yolu onu, biraz daha somut bir açıdan bakarak, uzaysal boyutta ele almak. Örneğin İsveççede ‘gelecek’ isminin karşılığı, sözcüğü sözcüğüne çevirdiğimizde, ‘zamanın önünde’ anlamına gelen ‘framtid’ kelimesidir. Geleceği önümüzdeymiş gibi somutlaştırmak (geçmişi de doğal olarak  arkamızda düşünmek) İngilizce ve Türkçe’de de kabul görüyor. Öyle ya, geleceği dört gözle bekliyor; geçmişi ardımızda bırakıyoruz..

Ne var ki Aymara dilinde (Peru dili), ‘ileriye bakmak’ -> ‘geçmişe bakmak’ oluyor. ‘Gelecek’ isminin karşılığı olan ‘qhipuru’, zamanın ardında olmayı ifade ediyor. Bu durumda uzaysal eksen bize göre ters işlemiş oluyor; gelecek arkada, geçmiş önde. Aymara dilinin mantığı ise şöyle: tıpkı arkamızı göremediğimiz gibi geleceği de göremiyoruz; geçmiş ise, artık yaşamış olduğumuzdan, tıpkı görüş açımızda yani önümüzde olan şeyler gibi.

Zaman kavramının zihnimizde nasıl bir eksende şekillendiği, günlük konuşmalarımızda zamansal ifadelerimizle birlikte kullandığımız jestlerimize de yansıyor. İngilizce konuşan birisi gelecekten bahsederken jest hareketlerinde ileriyi işaret ederken Aymara dilini konuşanlar geriyi işaret ediyor. Mandarin Çincesinde ise durum daha da farklı. Zaman onlar için yatay ve dikey eksende ilerliyor. Gelecek hakkında konuşurken ‘aşağı’ anlamına gelen ‘xia’ kelimesini kullanıyorlar, yani ‘gelecek hafta’ ifadesinin Çincesini sözcüğü sözcüğüne çevirecek olsak ‘aşağı hafta’ ifadesine denk geliyor. Tahmin edeceğiniz gibi geçmişten bahsederken de ‘yukarı’ anlamında ‘shàng’ kelimesi kullanılıyor ve ‘geçen hafta’ yerine ‘yukarı hafta’ deniyor. Bu durum, gözlemcilerin, yaşlanma sürecinin uzamsal açılımını algılama biçimini de etkiliyor.

Bir deneyde, Çince ve İngilizce konuşan çift dillilerden, Brad Pitt ve Jet Li’nin gençlik/yetişkinlik/yaşlılık fotoğraflarını sıralamaları isteniyor. Pitt’in fotoğraflarını, en solda gençliği ve sağa doğru yaşlılığı olacak şekilde yatay dizerken, aynı kişiler Jet Li’nin fotoğraflarını gençliği en yukarıda olacak şekilde dikey eksende dizdiler. Davranıştaki bu bağlamsal değişimden görülebileceği üzere dil ve zaman algısı sıkı bir bağ oluşturuyor.

Çalışmalar, dilsel farklılıkların çift dilli zihin üzerinde psiko-fiziksel etkilere sahip olduğunu gösteriyor. Şöyle ki diller, bireyin o an meşgul olduğu dile bağlı olarak zaman akışı algısını belirliyor. Örneğin, İsveççe ve İngilizce konuşan insanlar olayların süresinden bahsederken fiziksel uzaklıkları işaret eden sözcükler seçiyor: kısa bir ara, uzun bir parti… Diğer taraftan, Yunanca ve İspanyolca konuşanlar ise süre belirtirken miktar cinsinden sözcükler tercih ediyor: küçük bir ara, büyük bir parti… Yani İngilizce ve İsveççe konuşanlar zamanı, alınan bir yol gibi yatay doğruda düşünürken; Yunanca ve İspanyolca konuşanlar, zamanı, hacimsel bir doluluk olarak düşünüyor.

Yalnızca İngilizce veya yalnızca İsveççe konuşanlar, iki doğru parçasının bir bilgisayar ekranında ne kadar sürede uzadığını tahmin ederken doğruların son uzunluklarından yola çıkıyorlar. İki doğru parçası, aynı sürede, biri daha fazla diğeri daha kısa uzadığında kısa olanın daha az sürede uzama işini bitirdiğini düşünüyorlar. Diğer taraftan, yalnızca İspanyolca veya yalnızca Yunanca konuşan birisi fiziksel miktar bazında tahminde bulunuyor ve aynı sürede doldurulan iki konteynerden daha dolu olanın daha uzun sürede dolduğunu düşünüyor.

kaynak: google resimler

ÇİFT DİLLİLERDE ESNEKLİK

Zamansal algı örneklerinde İsveççe ve İspanyolcayı zıt kutuplarda vermiş olmamıza rağmen bu iki dilde çift dilli olanların zamansal algılarının esnekliği söz konusu. İsveççe ‘süre’ kelimesi istendiğinde çizgisel bir uzunluk hayal ederlerken; aynı kişilerden İspanyolca ‘süre’ kelimesi istendiğinde hacimsel bir doluluk imgesi gelişti zihinlerinde. Bu durumda diyebiliriz ki; yeni bir dil öğrendiğimizde, daha önce farkında olmadığımız algı boyutlarının farkına varıyor ve uyum sağlıyoruz.

Çift dilli insanların, farkında olmadan ve kolaylıkla yapabildikleri bu zamansal geçişler, yabancı bir dilin hislerimize, görsel duyumuza ve zaman algımıza ne denli etki ettiğini gösteriyor. Bu, aynı zamanda, çift dilli bireylerin daha esnek bir hafızaya sahip olduğu anlamına geliyor ve farklı diller arasında geçişler yapmanın; çoklu görevleri daha başarılı bir şekilde yerine getirmek ve uzun süreli zihinsel sağlık gibi getirileri olduğunu ortaya koyuyor.

Söz konusu filme, Arrival’a, geri gidecek olursak (veya ‘ileri gidecek olursak’ mı demeliydik?), yeni bir dil öğrenmek için asla geç değil. Belki filmdeki kahramanlarımız gibi geleceği göremeyeceğiz ama bir şeyleri çok daha farklı görebileceğimiz kesin…


Kaynak:

Tags:

1 Comment

  1. Almanca öğrenebiliyorken öğrenseymişim iyiymiş aslında.

Comments are closed.