Çevirmen olmak en yalın anlamıyla yazılı ve sözlü iletileri bir dil ortamından başka bir dil ortamına aktarma görevini üstlenmekse, en geniş anlamıyla da iletişimde aracı rolü oynamak demektir. Çevirmenler bu aracılığı yazılı ve sözlü metin üreterek sergileyen uzmanlardır. Evet, “bir dilde üretilen yazılı ve sözlü metinleri başka bir dile aktarmak” nitelemesinde temelde bir sorun yok ama işte o aktarım sırasında bir çevirmenin yaptığı işin bilişsel açıklamasına “üretim” demekte fayda var. Neden? Kesinlikle bir büyüklenme olarak değil. Çevirmenin emeğini kaynak metni üreten yazar ya da konuşmacıya göre ikincil ve daha değersiz ya da kolaymış gibi gösterme ihtimaline karşın elbette “bir iletiyi bir dilden başka bir dile aktarmak” nitelemesinde “çevirmek” yükleminin açıklaması olarak anlamca bir sorun yok. Ancak yapılan işin “üretim” ve “yaratım” boyutunu vurgulamakta, bununla ilgili gerekli algıyı yaratmakta ve zihinlerde yer etmesini sağlamakta yarar var. Çevirmenle ilgili yaratmamız gereken bu “değer” algısı kesinlikle bir yanılgı ya da yanıltma değil, çünkü çevirmenin yaptığı işin değerinin fark edilmesine hizmet ediyor. Olmayan bir şeyi söylemiyor, hatta olanı da abartmıyor.

Çevirmenin emeğinin takdir edildiğini varsaydık diyelim, bu kez de emeğinin karşılığını alamadığını vurgulamak için bir niteleme var: “çeviri emekçisi”. Bu yüceltici bir niteleme. Buna hiç kuşku yok ama gençlerin bazı durumlarda çok güzel kullandığı o deyişle sanki biraz “ezik”. Sanki çevirmenin “emeği” ya da hakkını alması/ alamaması “emek” ve hak etme ile ilgili daha çok tartışmanın yürütüldüğünü bildiğimiz fiziksel emek alanının bir sorunuymuş gibi. Yanlış anlaşılmasın, fiziksel emekle benzeştirilen bir yönü de yok değil aslında çevirinin.  Eğer, çok kısa sürede çok fazla sayfa çeviri yapmanız yani insan haklarına ve çalışma koşullarına göre sizden günde makul bir sayfa sayısından fazla çeviri yapmanızın beklenmesi de sizi fiziksel olarak ağır emekçi yapar. Aynı biçimde çalışma saatlerinizi aşacak yoğunlukta sözlü çeviri yapmak zorunda bırakılmanız da hak ve emek ihlalidir…

Biz buradan şuraya varalım: Çeviriyi ve çevirmeni gerçekten ürettikleriyle hak ettiği yere oturtabilmemiz için önce çevirmenin kendisi ile ilgili bu “pasif” algıyı aşması gerekiyor. Öyleyse bir çevirmenin, başarılı ve yetkin olduğu varsayımıyla emeğinin karşılığını alması için ne yapması gerekiyor? Nasıl çevirmen olunur? Çevirmen olabilmek için nasıl bir eğitim ve uygulama sürecine gerek vardır? Bunlar elbette önemli konular ama biz bu yazıda çevirmeni yetkin olarak kabul ettiğimize göre onun eğitim ve deneyimle kazandığı bu donanıma göre nasıl davranması gerektiğine bakarsak belki biraz daha farklı bir bakış sergilemiş oluruz.

Çevirmen konusunda donanımlı, güvenilir bir uzman kişidir. Onun yaptığı işin önemini “o iş yapılmamış olsaydı ne olurdu, neler aksardı?” diyerek kendimize hatırlatalım ve işverenlerin hiç unutmamalarını bekleyelim. Beklemekle kalmayıp hatırlatalım hatta. Sözlü çeviride bunu unutmak zaten mümkün değil. Çünkü çevirmeniniz yoksa dil engeli olan yani tarafların birbirini anlamadığı bir ortamda o konferansı, o toplantıyı “o an itibariyle” yapmanız bile mümkün olmaz.

Biz daha görünmez olan “yazılı teknik çevirmeni” düşünelim en iyisi. Peki, bu uzman olduğunu ve yaptığı çevirilerin işe yaradığını kabul ettiğimiz çevirmen neden daha iyi bir konuma gelemesin? Daha iyi bir ücret alıp daha rahat yaşayamasın? Galiba bu sorunun işverenle kısıtlı olmayan yanıtı yukarıda sözünü ettiğimiz yetkinliği ve donanımı çevirmenlerin kendilerinde hissetmemeleri ve yaptıkları işin öneminin pek de farkında olmamaları. Oysa çeviri pasif bir aktarım değil ki? Bizler neden pasif aktarıcılarmışız gibi davranalım?

Evet, eğitim, kuşkusuz çevirmenin meslek yolcuğundaki uzun ve zorlu yolu kısaltıp onu hedefe daha güvenle götürecek bir donanım kazandırır. Ya da biz bu donanımı kazandıracak bir eğitimi hedeflemek, eğitimi böyle görmek durumundayız. Bu donanımın yazılımı ya da yazılımları ileride zaten mezunların çalıştıkları işyerlerinde çevirmenin iş tanımı ve iş süreçleri olarak verilecektir.

Benim yukarıda sözünü ettiğim bilincin yani eğitimle elde edilen temel donanımın parçası olan ve hiç değişmeyen çevirmen davranışları bence kısaca şunları içeriyor:

  • Çevirinin türü ve konusu ne olursa olsun önce işini iyi yapmak (hak iddia etmeye hakkı olmak!),
  • Meslekle ilgili tutkuyu, ilgiyi ve araştırma heyecanını korumak (ya da başka bir iş yapmak!),
  • Müşteri ya da işvereni bilgilendirmek, eksikleri hep hatırlatmak (çünkü bir sorun olursa fatura çevirmene kesilecektir!)
  • Çevirmenin rolünü eksik değerlendirenlere beklentilerimizi ve haklarımızı hatırlatmak (bunu tek başına yapmak kolay değildir ve etkili olmayabilir; o zaman çare bir meslek örgütüne üye olup birlik olmak, toplu ses vermek!)

O zaman, bir kez daha tekrarlayalım. Yukarıda söylenen her şeyi yapabilmek için çevirmenin önce kendine güvenen ve vazgeçilmez olduğunu hisseden ve hissettiren bir uzman olması beklenecektir. Bunu ne eğitim verebilir tek başına, ne de iş yaşamı. Her çevirmen kendisine yatırım yapan bir bireydir. Bu yatırım ömür boyu sürer. Bilinç ve farkındalıkla her gün yatırım yapmalıyız kendimize. İster dil ve kültür bilincini geliştirmek yolunda olsun bu yatırım ister konu uzmanlığı ve bilgisini pekiştirmek. Sonunda karşılığını alacağımız kesin…

Yazar:

Prof. Dr. Alev Bulut

İngiliz Dili ve Edebiyatı lisans, İngiliz Dili Eğitimi yüksek lisans ve doktora derecelerini tamamlamış olup 1996’dan beri İstanbul Üniversitesi’nde görev yapmaktadır. Çeviri Derneği ve ÇEVBİR üyesidir. Kitap, makale ve öykü çevirilerinin yanı sıra çeviribilim ve toplum çevirmenliği araştırmaları, çeviri, dil ve yazın konulu denemeleri bulunmaktadır.

Kaynak: Çeviri Kitabı

Bölüm:Çevirmen Olmak ve Çevirmenlik Mesleği

Çevirmen Olmak

Tags: