Çeviribilimin ana özneleri olan çeviri ve çevirmen hakkında günümüze kadar belki de yüzlerce yakıştırmalar yapılmış, yüzlerce açıklama ve tanımlar ortaya konmuştur. Bunlardan bazıları kimi çevreler tarafından yüzeysel olarak nitelendirilirken bazıları da bir öncekinin benzeri olarak anılmıştır. Ancak burada önemli olan şey, sosyal bir bilim olan çeviri ve çevirmen hakkında söylenecek şeylerin hiç bitmemesi ve hiç bitmeyecek olmasıdır. Çünkü sosyal bir bilimin sosyal bir öznesi olan çevirmenin icra ettiği çeviri bilimi ve sanatı, her zaman farklı olgu ve fikirlerden besleniyor ve hem beslendiği fikirlerin üstüne katarak hem de kendi sınırlarını aşarak bir çığ gibi büyüyor olması sebebiyle üstüne yazılacak şeylerin ardı arkası kesilmeyen bir bilimdir.

Günümüze yakın zamanlarda ortaya konulan kuramlara bakıldığında görülecektir ki çeviribilimin ana öznesi salt “çeviri” anlayışından “sosyal bir özne olan çevirmenin icra ettiği çeviri” anlayışına evrilmiştir. Bu evrim özellikle de kültürün çeviride oynadığı önemli rolün keşfedilmesiyle başlamış ve belirli kültür veya kültürlerde yetişen çevirmenin, yetiştiği kültürün bir parçası olarak görmezden gelinememesinin bilinciyle de artık tamamlanmış ve çeviribilimde yeni tanım ve açıklamalar zaruri hale gelmiştir.

Öncelikle çevirmenin kim olduğu, yetiştiği kültüre veya alt kültürlere göre bir özne olduğu ve dolayısıyla da subjektif olduğu, subjektif olması sebebiyle çeviri öncesinde veya sürecinde aldığı kararların çeviriye ne denli etki ettiği ve bunun da dolayısıyla hedef kitlenin kültürünü ne açılardan etkileyip değiştireceği titizlikle açıklanmalıdır.

Yukarıda da bahsedildiği gibi çeviribilim üzerine yapılan onlarca belki yüzlerce açıklama veya tanımlara ek olarak çevirmen için de bir o kadar açıklamalar yapılmıştır. Yeri geldiğinde bir metnin “katili”, yeri geldiğinde görevi yalnızca akıcı bir edebi metin çıkarmaktan ibaret olan bir kişi ve yeri geldiğinde de asla görünmemesi gereken ve göründüğünde görevini iyi bir şekilde icra edememiş ilan edilecek bir bireydir. Ancak konumuz gereği çevirmenin en iyi tanımı Hüseyin Ersoy ve Gökhan Şefik Erkurt’un ifadesiyle “kültür planlayıcısı”dır.

Kültürün kısaca tanımı yapılacak olursa belirli bir toplumun paylaştığı ve yazılı olmayan inanç ve değerler bütünü olarak özetlenebilir. Ancak kültürü yalnızca bu kadar yüzeysel ele almak hem çevirmeni anlamayı hem de çevirmen ile kültürü arasındaki etkileşimi görmeyi zorlaştıracaktır. Dolayısıyla kültürün tanımını yaparken ek kaynaklardan yardım almak oldukça yerinde olacaktır. Gökhan Şefik Erkurt’un Heidrun Witte’nin “Die Kulturkompetenz des Translators” adlı yapıtından aktardığına göre kültürün üç farklı boyutu bulunmakla birlikte bunlar “Para Kültür”, “Dia Kültür” ve “İdio Kültür” olarak tanımlanmaktadır. Para Kültür belirli bir topluma ait olan bir kültürdür. Söz gelimi bir toplumun genel kültürüdür. Erkurt’a göre Türk kültürü veya Fransız kültürü, içinde birçok sosyal tabakaya ait kültürü barındıran Para Kültüre en iyi örnektir. Dia Kültür ise Para Kültür içerisinde yaşayan ve var olan farklı sosyal toplumların ve tabakaların oluşturduğu kültürdür. Bunlara verilecek örnekleri Erkurt şöyle tanımlar: “Meslek grupları, dini gruplar, üniversite öğrencileri, politik gruplar, bölgesel kültür, çevirmenler, işçiler, aileler gibi toplumu oluşturan daha küçük toplulukların kültürlerini dia kültürlere örnek olarak gösterebiliriz.” Son olarak, konu bağlamında en önemli kültür tanımı ise İdio Kültürdür ve Gökhan Şefik Erkurt, Margret Amman’dan bunun tanımını hem Dia Kültürün hem de Para Kültürün bir parçası olan bireyin “kültürü yani bir insanın kendisi için belirlediği ve geçerli (değerli) saydığı normlar, kurallar, uzlaşımlar” şeklinde aktarır.

Çevirmen dolayısıyla belirli kültür(ler) içerisinde yetişir ve o kültürün değer, inanç veya norm bütünlerine dahil olur ya da aksini düşünecek olursak dahil olmaz. Çevirmenin kendini Para veya Dia Kültüre ait hissetmemesi veya dahil olmaması çevirmenin İdio Kültürünü oluşturur. Hangi açıdan düşünülecek veyahut ele alınacak olursa olsun çevirmenin çeviri yaptığı hedef kitlenin kültürüne, ki bu çoğu zaman kendi Para Kültürüdür, etkisi olmuştur ve olacaktır. Çevirmene bir İdio Kültür hediye eden ve onu yaşamı boyunca etkileyen Para ve Dia kültürünü, sahip olduğu İdio Kültürünün etkisiyle çevirdiği metinler aracılığıyla etkiler ve geliştirir.

“Biz bizim dile
güvercinim tabirini, onlar kendi
dillerine gözümün
nuru tabirini
sokmalı.”

Bu etki ve gelişime iyi bir örnek olması adına Nazım Hikmet’in Kemal Tahir’e yazdığı mektupta çeviri hakkında söylediklerine kulak vermek oldukça yerinde olacaktır. Nazım Hikmet, yazarlığının yanı sıra çeviri de yapmış bir edebi isimdir. Kemal Tahir’e “Ben tercümeden şunu anlıyorum…” diye başlayıp devam ettiği mektubunda çeviri yoluyla dillerin birbirinden etkilenmesi, zenginleşmesi ve gelişmesi üzerine şu cümleleri kurmaktadır:

“Mesela Ruslar, sevgi sözü olarak güvercinim tabirini kullanırlar, biz gözümün nuru, gözbebeğim filan deriz. Bence bunları tercüme ederken ille de bizde güvercinim filan denmez diye yavrucuğum filan dememeli, Ruslar da bizden tercüme ederken gözümün nuru Rusçada denmez diye güvercinim diye tercüme etmemeli. Biz bizim dile güvercinim tabirini, onlar kendi dillerine gözümün nuru tabirini sokmalı.”

“Bir ihtimal daha
var, o da ölmek
mi dersin.”

Nazım Hikmet’in bu sözleri konu bağlamında ele alınacak olursa çevirmenin “güvercinim” tabirini tercih etmesi veya “gözümün nuru” tabirini kullanmayı seçmesi çevirmenin çeviri sürecinde alacağı bir karar olup bunun tercihini de sahip olduğu İdio Kültürü ile verir ve uygular. Her ne seçim yaparsa yapsın çeviri yaptığı hedef kitlenin kültürüne etkide bulunan çevirmen kültür planlayıcısı olarak karşımızdadır. Ayrıca bir örnek daha sunmak gerekirse 1940 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan Tercüme Bürosu döneminde gerçekleştirilen yoğun ve verimli çeviri faaliyetleri sonucunda Türk toplumunun Doğu ve Batı klasikleri ile tanışması sağlanmış ve bu dönemde çevrilen edebi eserler uzun yıllar sonra üretilen edebi eserlere öncülük etmiş ve edebi anlayışı üslup, dil kullanımı gibi konularda etkilemiştir. Ayrıca, Tercüme Bürosu bünyesinde çeviri faaliyetleri yürüten isimlerden biri de birçoğumuzun bildiği Can Yücel’dir. Can Yücel, hayat tarzı ve edebi kişiliğiyle oldukça yankı uyandıran bir isimdir ancak çeviri dünyasında yaptığı yerlileştirici ve serbest çevirileriyle tanınır. Shakespeare’in “to be or not to be” dizesini “Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin.” diye bizlere aktaran Can Yücel, her ne kadar oldukça “özgür bir çeviri” gerçekleştirmiş olsa da bu dizesiyle hedef kültürü etkilemeyi başarmış ve tabiri caizse bu sözleri bir dönem dillere pelesenk olmuştur.

Yazıyı sonlandırmadan önce çevirmenin belirli bir kültürün öznesi olarak o kültüre etkilerinin iyice araştırılması ve her boyutta tanımlarının yapılması gerekliliğinin altı önemle çizilmelidir. Özellikle 1980’li yıllardan sonra çeviri ve çevirmene olan ihtiyacın anlaşılmasından sonra önce devlet üniversitelerinde daha sonra ise hem vakıf hem de özel üniversitelerde kurulan Mütercim-Tercümanlık, Çeviribilim gibi bölümlerin yanı sıra çeviri ve çeviribilim için gerekli politikaların ya Kültür ve Turizm Bakanlığı ya da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olacak şekilde oluşturulması ve hayata geçirilmesi gerekmektedir. Batıda Rönesans ve Reform hareketinin, ülkemizde Tanzimat hareketlerinin çeviri ve çevirmenlerle gerçekleştiği göz önünde bulundurulmalı ve çevirinin kültürleri ve toplumları etkilediği bilinciyle ve tarihin her zaman tekerrür edeceği farkındalığıyla çeviri dünyasından asla ve asla geri kalınmamalı, dili ve kültürü geliştirme amacıyla çeviri faaliyetlerine önemli bütçeler ayrılmalıdır. Çünkü çeviri her zaman kültürü etkilemeye devam edecek ve çevirmen de bu süreçte kültür planlayıcısı olarak her zaman karşımızda olacaktır, kimi zaman görünür çoğu zaman görünmez olarak.


Kaynakça:

Tags: