GİRİŞ

Bu yıl, tarihin en eski ve en köklü dillerinden biri olan Türkçe için Türk Dili Yılı olarak ilan edildi. Türkler en eski çağlardan beri tarih sahnesinde var olmuş ve var olmaya devam etmektedir.  Türklerin göçebe yaşamı dillerinin de zenginleşmesine neden olmuştur. Yaklaşık 800 yıllık bir birikimi olan Türkçeyi, Türk Dili Yılı olması sebebiyle Çeviri Blog ailesi olarak Türk Dili Yılı Yazı Dizisi hazırlayarak kutlamak istiyoruz.

1.Türkçenin Doğuşu ve Evrim Süreci  

Türk dilleri ailesi, Doğu Avrupa’dan Sibirya ve Batı Çin’e kadar uzanan bir alanda ana dil olarak yaklaşık 155 milyon kişi tarafından konuşulmaktadır. Bu rakamın üstüne Türk dilini ikinci dil olarak konuşanları da eklediğimizde bu rakam, 180 milyona ulaşır. Birbirine yakın 40 dilden oluşan Türk dilleri, Altay dilleri ailesinin içinde yer alır ve Türk dilleri içerisinde en yaygını ve en çok konuşulanı Türkiye Türkçesidir.

Bu bölüm Türkçenin doğuşu ve gelişim sürecinin daha iyi anlatılabilmesi için üç farklı başlık altında ele alınmıştır:

  • Eski Türkçe Dönemi
  • Eski Anadolu Türkçesi
  • Türkiye Türkçesi

1.1.Eski Türkçe Dönemi

Türkler, yüzyıllar boyunca göçebe şekilde hayat sürdürmüştür. Bu da beraberinde başka toplumlarla kaynaşmayı ve bu kaynaşmalar sonucunda bulundukları bölgedeki diller ile etkileşime girilmesine neden olmuştur. Özellikle İran, Slav ve Moğol dilleriyle etkileşim görülmüş, bu etkileşimlerden dolayı her dil grubu ve içindeki dillerin tarihi gelişimini kısmen belirsizleştirmiş, bu yüzden Türk dillerinin sınıflandırılmasının birden fazla sistemi olmuştur. Bugün sınıflandırmada en genel haliyle kabul görmüş olan Samiloviç’in kalıtsal sınıflandırmasıdır fakat bu konudaki görüş ayrılıkları ve tartışmalar halen daha sürmektedir.

Eski çağlara yönelik bilinen en eski Türkçe yazıtlar VIII. yüzyıla ait Köktürk Yazıtlarıdır. Bu yazıtlar, Orhun Yazıtları ve Göktürk Yazıtları olarak da bilinmektedir ve Türklerin bilinen ilk alfabesi olarak kabul gören Orhun alfabesi, Göktürkler tarafından yazılmıştır.

Metinler siyasi ve askeri olduğu için çok uzun ve detaylı değildir. Fakat kısa olmalarına rağmen içerisinde oldukça fazla söz sanatı barındırmaktadır. Bu da dilin henüz o zamanda bile somut ve soyut kavramlara sahip olduğunu göstermektedir.

Köktürk Yazıtları siyasi ve askeri olduğu için kısa kısa olmalarına rağmen dili zengindir. İçerisinde insan isimlerinin haricinde, hayvan isimleri, yer yön isimleri gibi birçok sözcük mevcuttur. Örneğin, Türklerin sürekli kullandığı hayvan olan “at” için ak at, boz at, torug (doru) at, yergen at gibi birçok farklı isim mevcuttur. Aynı kaynaklarda Türklerin dört yönü ayrı ayrı adlandırdıkları ve bu adlandırmanın da kendi içinde farklı anlamlara geldiği ve tek sözcük ile yönelmeden bahsedildiği de görülüyor: İlgerü (doğu, doğuda, önde), kurıgaru (batı, batıya, batıda), birigera (güneye, güneye doğru), yırıgaru (kuzey, kuzeye, kuzeyde) bunların haricinde “togsık” doğu anlamında kullanılırken “öndün” sözcüğü de önde, doğuya, doğu anlamına gelmektedir. “Kün bastı” ise batı anlamındadır. Bunların haricinde Uygur metinlerinde “kidirti” batıda, öñ dürti “”doğuda”, öñ düri “doğuda” ve kündiri (gün’den türeme, güneyde) gibi sözcükler yer almaktadır.

Uygur dönemine gelindiğinde Türkçeye en çok katkının da bu dönemde yapıldığı görülmektedir. Zira bu dönem için türetme dönemi de denilmektedir. Türkçedeki değişik kavramların anlatımı için birçok yeni sözcük türetilmiştir, bu sebepten bu dönem türetme dönemi olarak anılır.

1.2 Eski Anadolu Türkçesi

Eski Anadolu Türkçesi 11. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar kullanılmıştır. Bu dönem için farklı adlar kullanılsa da genel kabul gören isimler, Eski Anadolu Türkçesi ve Eski Oğuz Türkçesidir.

1071 Malazgirt Zaferi’nin bir sonucu olarak, Türklerin Anadolu’ya tamamen yerleşmesinden sonra XIII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin kurulmasıyla birlikte yeni bir edebi dilin ortaya çıktığı görülmektedir. Bugün kullanılan Türkiye Türkçesi o dönemin devamı niteliğinde sayılmaktadır. Yunus Emre, Dede Korkut Hikâyeleri, Âşık Paşa, Kadı Burhanettin, Ahmedî, Süleyman Çelebi, Şeyhî gibi şairlerin ortaya koydukları ürünler bu edebi dilin niteliklerini tanımamızı sağlamaktadır.

Eski Anadolu Türkçesi Anadolu’nun Türkleşmesiyle bu bölgede Oğuzca temeline dayalı olarak kurulup gelişen bir yazı dilidir. Bu yazı dilinin meydana gelişinde, Anadolu’nun kendine has ağız özelliklerinin zaman zaman metinlere girmiş olması, Eski Anadolu Türkçesinden bahsedilmesini güçleştirmektedir. Bunun sebebi ise bu dönemde verilen eserlerde eser sahiplerinin farklı coğrafyalara ait olması ve özünde farklı dilleri biliyor olmasından kaynakladığı düşünülmektedir. XIII-XV. Yüzyıllar arasındaki Anadolu’yu düşünecek olduğumuzda bu durumun aslında çok güç olmadığı görülebilir.

Eski Doğu Türkçesinin devamı olarak XI. Yüzyılda ortaya çıkmaya başlayan Orta Türkçe devresinin şiveleri arasında Eski Anadolu Türkçesi apayrı bir yere sahiptir. Oğuzların bu ilkyazı dilinde, öbürlerinden bir bakışta ayrılabilecek karakteristik özellikler bulunur. Aslında bu durum bulunan coğrafyanın çeşitliliği ve o dönemdeki edebi eserlerin daha çok doğudan,  İran ve çevresinden çıkması ile açıklanabilir.

  1. yüzyıldan itibaren Eski Anadolu Türkçesi, bir yazı dili olarak karşımıza çıkar. Bunun nedenini bazı Türkologlar Karahanlı Türkçesininbir süreliğine Anadolu’da yazı dili olarak ağırlığını sürdürmesine bağlarlar. Behçetü’l-HadaikKıssa-i Yusuf ve Kudûri Tercümesi gibi 13. yüzyıl öncesi bazı eserlerde Oğuz Türkçesi başka yazı dilleriyle karışık farklı şive özellikleri gösterdiği için bu eserler karışık dilli olarak adlandırılmaktadır.

Bu dönemde kelime haznesi Osmanlı devrinin aksine yalındır ve henüz Arapça, Farsça kelimelerin ve tamlamaların az olduğu görülür. Yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre İstanbul’un fethine kadar dilde Arapça ve Farsçanın tesirinin yavaş yavaş arttığı ve fetihten sonra bu dillerden gelen unsurların hızlı bir şekilde Klasik Osmanlı Türkçesinin yazı dilinde yer almaya başladığı görülmüştür.

1.3 Türkiye Türkçesi

Bugün kullanılan Türkçenin ve edebi dilinin sadece Osmanlı döneminden ibaret olduğunu savunmak şüphesiz ki yanlış olacaktır. Yaklaşık 800 yıllık bilgi ve kültür birikimi olan Türkçe aslında oldukça eski kadim dillerden bir tanesidir.

Türklerin göçebe hayatı yaşamaları ve birçok kıtaya hükmetmelerinin getirdiği kültür birikimi, Türkçenin bugüne kadar birçok yabancı kökenli kelimeye ev sahipliği yapmasına neden olmuştur. Öyle ki Türklerin vatanına özgü kullanılan “Anadolu” sözcüğü bile aslında Türkçe bir kelime değildir. Türkler geldikleri bölgedeki yer adlarını genellikle değiştirmemişlerdir. Bir çeşit Türkçeleştirme yoluna giderek eskide olanı saklamışlardır. “Anadolu” sözcüğü dahi bilinenin aksine Yunancadan geçmiş bir kelimedir. Rumlar için “Küçük Asya” aslında “Anadolu-Ανατολή”, yani “doğudaki ülke”dir.

Rumlar için “Küçük Asya” aslında “Anadolu-Ανατολή”, yani “doğudaki ülke”dir. Aslında Türkler uzun yıllar boyunca “Küçük Asya”yı, “Rum” olarak adlandırmışlardır. Buradaki Rum kelimesi bir milliyeti ifade etmekten çok “Roma” manasına gelmektedir. Romalı olmak demek bu bölgedeki halklar için büyük bir önem ifade etmiştir. Roma gibi görkemli bir imparatorluğun mirasçısı olmak, şüphesiz pek mühimdir. Bundandır ki, Selçuklular Anadolu’ya geldiklerinde kendilerine “Selçukiyan-i Rum” demişlerdir.

Fakat Türkçenin katlanarak gelişmesi sürecinde aldığı en büyük yara Osmanlı dönemindedir. Osmanlının çok uluslu bir yapıya sahip olması, 3 kıtada hüküm sürmesi ve dilin Arapça-Farsça ile karıştırılmasından dolayı Türkçe gelişimini Osmanlının son zamanlarına kadar bebek emeklemesinden bile ağır bir şekilde sürdürmüştür. Dil, Arapça ve Farsça’dan temizlendikten sonra hızlı bir ivme kazanmıştır. Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk tarafından başlatılan Türkçe çalışmaları sayesinde dil istikrarlı bir ivme kazanmıştır.

Atatürk devrinin ardından bir süre daha popüler bir şekilde çizgisini korurken özellikle televizyon ve radyoların ağırlıklı şekilde hayatımıza girmesinden sonra bu çizgisini kaybetmeye başlamıştır. Özellikle 2000’li yıllardan sonra oluşan “plaza dili”, çalışanların Türkçesi varken ısrarla İngilizcemsi yani Türkçe olmadığı gibi İngilizce de olmayan tamamen özenti bir dil tercih etmesi dile büyük zarar vermiş ve ortaya ne olduğu belli olmayan “check etmek” gibi hiçbir anlamı olmayan, Türkçeden uzak bir dil oluşmasına neden olmuştur. Son birkaç yılda bu durum ile ilgili ciddi bir savaş verilmektedir. Özellikle büyük şirketlerin “plaza dili” saçmalığını şirket içinde yasaklaması dilin en azından bu alanda tekrardan temizlenmesine bir olanak sağlamıştır.

Şüphesiz ki, şu an bulunduğumuz durumun tek suçlusu “plaza dili” değildir. Düzgün bir karşılık bulunamadığı için birçok kelimenin ufak değişiklerle Türkçeye aktarılması, günlük hayatta Türkçesi olduğu halde yabancı kelimelerin kullanılması ve bir parça batı özentiliği, içinde bulunduğumuz durumun nedenlerinden birkaçıdır. Yerelleştirmenin tam manası ile yapılamaması ve kelimelerin birebir alınması bu durumu çıkmaza sokmuştur.

Dil ve Lehçe Üstüne Tartışmalar

Türklerin tarih sayfasındaki rolü başladığından bugüne kadar, Türkçe birçok bölgeye yayılmış farklı dillerden etkilenmiş, görünüşte farklı ama temelde aynı köken dil kullanılmıştır. Türkiye’de Türk dilleri ailesinin adlandırılması ve bu dillerin sadece bir dil mi yoksa birçok diller mi oldukları hakkında farklı görüşler mevcuttur. “Türk Dil Kurumu yayınlarında, önceleri “Türk lehçeleri” adı benimsenmişken, sonraları bu ad yanında “Türk dilleri” deyimine de yer verildiği görülmektedir.  Ankara Üniversitesi  Türk dillerini öteden beri “lehçe” sayar ve “Türk dilleri” deyiminden kaçınır. İstanbul Üniversitesi ise, daha aşırı bir tutumla, “lehçe” deyimini yalnız Çavuşça ve Yakutça gibi öbürlerinden çok farklı iki Türk dili için kullanmakta, bu diller dışındaki bütün Türk dillerini “lehçe”nin de altında bir konuşma türü (“variety of speech”) saydığı “şive” sözü ile adlandırmaktadır.”

Yukarıdaki tutuma bakıldığında üç farklı adlandırmayı görmek mümkündür:

  • Dünya Türk dilbilim çevreleri ile Hacettepe Üniversitesi’nin ve Türk Dil Kurumu’nun görüşü; dil.
  • Ankara Üniversitesi’nin görüşü: Lehçe
  • İstanbul Üniversitesi’nin görüşü ise Çuvaşça ile Yakutça lehçe, diğerleri şive.

Türk Dilleri Ailesi

Yazının başında da belirtildiği üzere toplam 40 ayrı dilden oluşan anadil olarak yaklaşık 155 milyon kişinin kullandığı, ikinci dil kullanımı toplamında ise 180 milyon kişiyi bulan Türk dil aileleri, Altay dilleri grubu içinde diğer dillerden daha büyük bir orana sahip olarak grubun en büyük dil ailesi olma özelliğini göstermektedir. Dünyadaki diğer büyük dil aileleri arasında yedinci büyük dil grubunu oluşturdukları görülmektedir.

Kendini yabancı kelimelerden arındırıp ilerlemeye çalışması Türkçenin hala gelişmekte olduğunu ve halen büyümekte olduğunu göstermektedir.

Dünyadaki büyük dil aileleri şu şekildedir:

  1. Hint-Avrupa
  2. Çin-Tibet
  3. Nijer-Kongo
  4. Afro-Asya
  5. Avustronezce
  6. Dravid
  7. Türk Dilleri ailesi

Türk Dilinin Lehçeleri:

  • Çuvaşça
  • Yakutça

Türk Dilinin Şiveleri (kavim adları ile):

Sibirya ve Altay alanı:
1. Karagas
2. Soyan
3. İrtiş ve Tobol
4. Altay
5. Telengit
6. Teleüt
7. Tuba
8. Kumandı
9. Lebed
10. Sagay
11. Beltir
12. Kaç
13. Koybal
14. Kızıl
15. Şor
16. Kamasin
17. Çalım ve ÇatDoğu Türkistan alanı
18. Uygur
19. Sarı Uygur
20. TarançiBatı Türkistan alanı
21. Karakalpak
22. Özbek
23. Kırgız
24. Kazak
25. Türkmen
Kafkasya ve İran alanı
26. Nogay
27. Kundur
28. Karaçay
29. Balkar (Malkar)
30. Kumuk
31. Azeri
32. Kaşkay
33. Afşar
34. Kacar
35. Şahseven
36. Karadağlı
37. Karapapak
38. Hamse
39. Halaç
40. Kengerlu
41. Horasani
42. Karayi
43. KaraçorluKuzey alanı (Urallardan Balkanlara kadar)
44. Kazan, Tatar
45. Atrahan
46. Başkırt
47. Kırım
48. Karayim
49. Gagavuz
50. Türkiye, Oğuz

 

Yazı dizimizin ikinci bölümünde Türk Dilinin Lehçelerini detaylı bir şekilde inceleyeceğiz.

Kaynakça:

Türk Edebiyatı

Wikipedia

Wikipedia

Türkçe Bilgi

Aksan, Doğan (1987), “Türkçenin Gücü”,  İstanbul, s. 49, s. 59

Tags: