Yeni bir dil öğrenmeye başladığınızda, beyninizde neler olduğunu hiç merak ettiniz mi?  Yapılan sinirbilim ve beyin taramaları sonucunda bilim insanları, yeni bir dil öğrenildiğinde beynin fizyolojik boyutunda belirli oranlarda artış olduğunu tespit ettiler. Bu durumu İsveçli bilim insanları, dil öğrenimi sırasında yapmış oldukları beyin tarama yöntemleri sonucunda keşfettiler. Bu çalışmalar, dil öğreniminin bilişsel faydalarını daha iyi anlamak için yapılan ve her geçen gün artan bir araştırma grubunun parçasıdır.

Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ve elektrofizyoloji gibi cihazlar artık sadece güncel sağlık sorunlarında vücudumuzda olanların saptanması için değil, yeni bir dil öğrenirken duyduklarımız, anladıklarımız ve ürettiklerimiz sonucunda beynimizde neler olup bittiğini anlamak için de kullanılıyor. İsveç’te yapılan bir MRI araştırması, yeni bir dil öğrenmenin beyinde görünür bir etkiye sahip olduğunu gösterdi. Yapılan araştırmada genç askerlerden oluşan ve sadece dile yatkınlığı olanların seçildiği bir grup yoğun bir çalışma ile Arapça, Rusça veya Farsça öğrenirken, kontrol grubundaki medikal ve bilişsel bilim öğrencileri de dil dışında kendi alanlarında yoğun bir çalışma içine girdiler. MRI görüntüleri, dil öğrenen askerlerin beyinlerindeki belirli bölümlerin büyüdüğünü gösterirken, kontrol grubunda bulunan öğrencilerin beyin yapılarının değişmeden kaldığını gösterdi.

Diğer bir ifadeyle, beynin büyüyen alanları öğrenen kişinin dili ne kadar kolay bulduğu ile ilgilidir ve beyin gelişimi, gösterilen performansla değişiklik göstermektedir. Bilim insanlarının da belirttiği gibi bu deneyde yoğun bir programla dil öğrendikten üç ay sonraki uzun dönemde, dilin kişinin hafızasındaki durumu net olarak takip edilemese de yeni bir dil öğrenirken beynin büyümesi umut vaat etmektedir.

Fonksiyonel MR görüntülerinden elde ettiğimiz beyin tarama verilerine baktığımızda, belirli bir dil öğrenme görevi sırasında beynimizin hangi bölümlerin aktif olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Örneğin, ana dili Japonca olan bireylerde neden kolayca İngilizce “l” ve “r” harflerini ayırt edemediklerini (örnek olarak, “liver” ve “river” kelimelerini ayırt etmeleri zordur) birtakım araştırmalar sonucu görebiliyoruz. Japonlar,”l” ve “r” harflerini ses olarak ayırt edemezler. Onların dilinde, her iki harf de tek bir ses birimi olan fenomlar tarafından temsil edilir. Yapılan beyin görüntüleme çalışmalarında , anadili Japonca olan bireylere bu iki sesten birini içeren bir İngilizce kelime sunulduğunda beyinlerinde tek bir bölgenin aktif hale geldiğini, ancak anadili İngilizce olan kişilerin beyinlerinde ise her biri, bir sese özgü iki ayrı bölgede aktifleşme meydana geldiği gözlemleniyor.

Bu çalışmayı daha detaylı olarak incelersek: İlk olarak Japonca konuşan kişilere, “r” ve “l” harflerine özgü kelimeler abartılarak söylendi ve her iki sesin farklılaşmasını sağlayan bir yazılım programı vasıtasıyla, “r” ve “l” harfleri arasındaki farklılıkları duymayı ve aynı zamanda üretebilmeyi öğrenebildikleri gözlemlendi. Daha sonra bir yazılım aracılığıyla bu iki ses modifiye edilerek, daha geniş bir süreye yayıldığında katılımcılar, iki ses arasındaki farklılığı daha kolay kavrayabildi. Bu çalışmaların birinde katılımcılar, 20 dakikalık 3 oturum sonrasında (yani 1 saatlik sürede), bu iki ses arasındaki farklılığı normal bir konuşmanın parçası olarak dinletildiğinde dahi kolayca ayırt edebilmeyi öğrendiler.

Böyle bir araştırma, yeni bir dil öğreniminde teknolojiden faydalanmanın avantajlarının göz ardı edilemeyecek kadar önemli olduğunu gösteriyor. Örneğin ebeveynlerin, rahimdeki bir bebeğin özelliklerini ve hareketlerini görmelerini sağlayan ultrason cihazı gibi, fonetik sesbilimci araştırmacılar, dil öğrenen kişilerin dillerini, dudaklarını ve çeneleri nasıl hareket ettirmeleri gerektiğini gösteren şekiller kullanarak hava akış mekanizmalarını ve öğrendikleri dildeki kelimeleri telaffuz etmek için dillerini nasıl hareket ettirmeleri gerektiğini açıklayabilirler.

Chicago Illinois Üniversitesi’nden Prof. Kara Morgan Short, beynimizin iç çalışmasını incelemek için bir çalışmasında elektrofizyoloji yöntemini kullandı. Profesör ve çalışma arkadaşları yeni bir dil öğrenenlere; yapay bir dilde dil bilimciler tarafından oluşturulan ve dil öğrenilebilirliğini kontrollü bir şekilde test etmeyi amaçlayan minyatür bir dilde konuşmayı öğrettiler. Bu deney kapsamında bir grup gönüllü bu dili, dilin kurallarının açıklanması yoluyla öğrenirken, diğer grup ise anadil öğrenmeye benzerlik gösteren bir yöntemle aynı dili öğrendi. Tüm katılımcılar dili öğrenmeyi başarsalar da anadili öğrendiğimiz yöntemle öğrenen bireylerin beyinlerindeki işlemler, anadil konuşanlarınkine daha çok benziyordu. İlginç bir şekilde, yaşamlarında daha önce hiç bilmeyip, sonradan oluşturulan bu yapay dile maruz kalan ve anadil metoduyla öğrenen deney grubu, altı aya kadar testlerde daha başarılı performans sergilediler ve beyinlerindeki aktifleşme görüntüleri bir insanın kendi anadilini konuşurken ortaya çıkan beyin görüntülerine daha çok benzedi.

Beyin görüntüleme çalışmaları, dil öğrenme yöntemlerini, kuralların ön planda olduğu öğrenme yöntemleri ile mi yoksa dilin konuşulduğu bir ortamda bulunarak (yani anadil ortamında) mı en iyi öğrendiğimizi ayırt ederek, bilişsel yeteneklerimize uygun hale getirme konusunda bizlere yardımcı olabilir. Günümüzde yapılan beyin temelli araştırmalar ise birden fazla dili akıcı bir şekilde konuşan kişilerin, tek dil bilenlere kıyasla hafızalarının daha iyi olduğunu ve bilişsel açıdan daha yaratıcı olduklarını ortaya koyuyor. Kanadalı araştırmacıların çalışmaları, iki dil bilen bireylerde tek dil bilenlere kıyasla daha geç Alzheimer hastalığı ve bunama başlangıcı gözlemlendiğini ve ikinci bir dil bilmenin bilişsel sağlığımızı uzun yıllar koruduğunu belirtiyor.

Dilin erken yaşlarda mı yoksa daha sonra mı öğrenildiği ise yeni bir dil öğrenmenin faydaları açısından önem arz etmiyor. Edinburgh Üniversitesi’ndeki araştırmacılar bu konuya dikkat çekiyor ve şöyle diyor: “Dünyadaki milyonlarca insan yeni bir dili üniversite, iş hayatı,  göç ya da evlilik yoluyla yaşamlarının ilerleyen yıllarında öğreniyorlar.” 853 kişi içinde yapılan bir araştırma sonucu araştırmacılar, yeni bir dilin kaç yaşında öğrenildiğinin bir öneminin olmadığını, yeni bir dil öğrenmenin kişiye sağladığı fizyolojik ve psikolojik yararların küçümsenemeyecek kadar fazla olduğunu, beyin tarama yöntemlerinden somut araştırma sonuçları göstererek ortaya koyuyorlar.

Kaynakça:

Alison Mackey, theguardian.com, The Guardian, 4 Eylül 2014

www.tedmem.org

Tags: