Okurken dinlemek için: http://rainymood.com/watch?v=c-gARuGBSdw

 Das Brot

Plötzlich wachte sie auf. Es war halb drei. Sie überlegte, warum sie aufgewacht war. Ach so! In der Küche hatte jemand gegen einen Stuhl gestoßen. Sie horchte nach der Küche. Es war still. Es war zu still, und als sie mit der Hand über das Bett neben sich fuhr, fand sie es leer. Das war es, was es so besonders still gemacht hatte; sein Atem fehlte. Sie stand auf und tappte durch die dunkle Wohnung zur Küche. In der Küche trafen sie sich. Die Uhr war halb drei. sie sah etwas Weißes am Küchenschrank stehen. Sie machte Licht. Sie standen sich im Hemd gegenüber. Nachts. Um halb drei. In der Küche. Auf dem Küchentisch stand der Brotteller. Sie sah, dass er sich Brot abgeschnitten hatte. Das Messer lag noch neben dem Teller. und auf der Decke lagen Brotkrümel. Wenn sie abends zu Bett gingen, machte sie immer das Tischtuch sau-ber. Jeden Abend. Aber nun lagen Krümel auf dem Tuch. Und das Messer lag da. Sie fühlte, wie die Kälte der Fliesen langsam an ihr hoch kroch. Und sie sah von dem Teller weg. “Ich dachte, hier wäre was”, sagte er und sah in der Küche umher.

“Ich habe auch was gehört”, antwortete sie, und dabei fand sie, dass er nachts im Hemd doch schon recht alt aussah. So alt wie er war. Dreiundsechzig. Tagsüber sah er manchmal jünger aus. Sie sieht doch schon alt aus, dachte er, im Hemd sieht sie doch ziemlich alt aus. Aber das liegt vielleicht an den Haaren. Bei den Frauen liegt das nachts immer an den Haaren. Die machen dann auf einmal so alt. “Du hättest Schuhe anziehen sollen. So barfuß auf den kalten Fließen. Du erkältest dich noch.” Sie sah ihn nicht an, weil sie nicht ertragen konnte, dass er log. Dass er log, nachdem sie neunundreißig Jahre verheiratet waren – “Ich dachte, hier wäre was”, sagte er noch einmal und sah wieder so sinnlos von einer Ecke in die andere, “ich hörte hier was. Da dachte ich, hier wäre was.” “Ich hab auch was gehört. Aber es war wohl nichts.” Sie stellte den Teller vom Tisch und schnippte die Krümel von der Decke. “Nein, es war wohl nichts”, echote er unsicher.

Sie kam ihm zu Hilfe: “Komm man. Das war wohl draußen. Komm man zu Bett. Du erkältest dich noch. Auf den kalten Fließen.”
Er sah zum Fenster hin. “Ja, das muss wohl draußen gewesen sein. Ich dachte, es wäre hier.”
Sie hob die Hand zum Lichtschalter. Ich muss das Licht jetzt ausmachen, sonst muss ich nach dem Teller sehen, dachte sie. Ich darf doch nicht nach dem Teller sehen. “Komm man”, sagte sie und machte das Licht aus, “das war wohl draußen. Die Dachrinne schlägt immer bei Wind gegen die Wand. Es war si-cher die Dachrinne. Bei Wind klappert sie immer.” Sie tappten sich beide über den dunklen Korridor zum Schlafzimmer. Ihre nackten Füße platschten auf den Fußboden. “Wind ist ja”, meinte er. “Wind war schon die ganze Nacht.” Als sie im Bett lagen, sagte sie: “Ja, Wind war schon die ganze Nacht. Es war wohl die Dachrinne.”
“Ja, ich dachte, es wäre in der Küche. Es war wohl die Dachrinne.” Er sagte das, als ob er schon halb im Schlaf wäre. Aber sie merkte, wie unecht seine Stimme klang, wenn er log. “Es ist kalt”, sagte sie und gähnte leise, “ich krieche unter die Decke. Gute Nacht.” “Nacht”, antwortete er noch: “ja, kalt ist es schon ganz schön.”
Dann war es still.

Nach vielen Minuten hörte sie, dass er leise und vorsichtig kaute. Sie atmete absichtlich tief und gleichmäßig, damit er nicht merken sollte, dass sie noch wach war. Aber sein Kauen war so regelmäßig, dass sie davon langsam einschlief. Als er am nächsten Abend nach Hause kam, schob sie ihm vier Scheiben Brot hin. Sonst hatte er immer nur drei essen können.
“Du kannst ruhig vier essen”, sagte sie und ging von der Lampe weg. “Ich kann dieses Brot nicht so recht vertragen. Iss doch man eine mehr. Ich vertrage es nicht so gut.” Sie sah, wie er sich tief über den Teller beugte.
Er sah nicht auf. In diesem Augenblick tat er ihr leid.
“Du kannst doch nicht nur zwei Scheiben essen”, sagte er auf seinem Teller.
“Doch, abends vertrag ich das Brot nicht gut. Iss man. Iss man.”
Erst nach einer Weile setzte sie sich unter die Lampe an den Tisch.

 

 

Ekmek

Ansızın uyandı kadın. Saat iki buçuktu. Kendisini uyandıran şeyin ne olduğunu düşündü. Öyle ya! Mutfakta biri bir sandalyeye toslamıştı. Kulak kabarttı. Sessizdi her taraf. Pek sessiz. Elini yanı başında gezdirince yatağın boş olduğunu anladı. Sessizliği böylesine büyüten buydu demek! Kocasının nefes alıp verişi işitilmiyordu. Ayağa kalktı ve karanlıkta el yordamıyla mutfağa doğru yürüdü. Mutfakta karşılaştılar. Saat iki buçuktu. Dolabın yanı başında dikilen beyaz bir şey ilişti kadının gözüne. Işığı yaktı. Üzerlerinde pijamaları yüz yüze geldiler. Geceleyin. Saat iki buçukta. Mutfakta.
Masanın üzerinde ekmek tabağı duruyordu. Kadın, kocasının ekmekten bir dilim kesmiş olduğunu gördü. Bıçak hâlâ tabağın yanı başındaydı. Ve örtünün üzerinde ekmek kırıntıları seçiliyordu. Akşam yatmadan masa örtüsünü temizlerdi hep. Her akşam. Ama şimdi kırıntılar seçiliyordu örtü üzerinde. Ve bıçak da oracıkta duruyordu. Döşemedeki çinilerden kalkan soğuğun ayaklarından nasıl yavaş yavaş yukarılara tırmanıp çıktığını hissetti kadın. Ve başını tabaktan başka yana çevirdi.
“Sandım ki bir şey oldu mutfakta,” dedi adam ve çevresine bakındı.
“Benim de kulağıma bir ses geldi,” diye yanıtladı kadın ve kocasının geceleyin pijamayla pek ihtiyarlamış göründüğünü fark etti. Yaşı kadar ihtiyarlamış. Altmış üç yaşında. Gündüz bazen daha genç görünüyordu kocası. Kadın için, artık ihtiyarlamış, diye düşündü adam. Baksana, pijamayla hayli yaşlı görünüyor. Ama belki de saçlardandır. Kadınların geceleri yaşlanmış görünmesi saçlardandır hep. Saçlar geceleyin insanı birden kocamış gösteriyor.
“Terliklerini giyseydin bari. Öyle yalın ayak çiniler üzerinde. Üşüteceksin.”
Kadın, bunları söylerken başka yana çevirmişti gözlerini, çünkü kocasının yalan söylemesine katlanamıyordu. Otuz dokuz yıllık evlilik yaşamlarından sonra yalan söylemesine.
“Sandım ki bir şey oldu,” dedi adam ve bir kez daha mutfağın köşelerine anlamsız baktı. “Bir ses geldi kulağıma. Sandım ki bir şey oldu mutfakta.”
“Ben de bir ses işittim. Demek bir şey değilmiş.” Sonra tabağı masadan kaldırdı kadın ve ekmek kırıntılarını fiske vuruşlarıyla örtünün üzerinden uzaklaştırdı.
“Evet, demek bir şey değilmiş,” dedi adam, kadının söylediklerini yankılar gibi, sesinde bir güvensizlik.
Kadın, adamın yardımına koştu: “Gel sen! Herhalde dışarıdan geldi ses. Gel, yat yatağına! Üşüteceksin. Soğuk çiniler üzerinde.”
Adam pencereye çevirdi gözlerini, “Evet, herhalde dışarıdan geldi. Ben sandım ki, burada bir şey oldu.”
Kadın, elini düğmeye uzattı. Işığı söndürmeliyim, yoksa tabağa bakmadan duramayacağım, diye düşündü. Oysa tabağa bakmalıyım. “Gel sen!” dedi ve ışığı söndürdü. “Herhalde dışarıdan geldi ses. Çatıdaki yağmur oluğu rüzgârda hep duvara vurur. Yağmur oluğuydu mutlaka. Rüzgârda tangırdar hep.”
El yordamıyla karanlık holden geçerek yatak odasına döndüler: Çıplak ayakları döşemeden şap şup sesler çıkarıyordu.
“Hava da rüzgârlı,” dedi adam. “Bütün gece rüzgâr vardı.”
Yatağa yattıklarında kadın dedi ki: “Evet, bütün gece rüzgâr vardı. Yağmur oluğuydu herhalde.”
“Evet, ben sandım ki, mutfakta bir şey oldu. Yağmur oluğuydu herhalde.” Bunun yarı uykudaymış gibi söylemişti adam.
Ama kadın, kocası yalan söylerken sesinin ne kadar yapmacık çıktığını fark etmişti.
“Hava soğuk,” dedi ve usulcacık esnedi. “Ben yorganın altına giriyorum. İyi geceler.”
“İyi geceler,” diye yanıtladı adam. Ardından, “Hem de ne soğuk!” diye ekledi.
Derken sessizleşti ortalık. Bir zaman sonra kadın, kocasının ağzının usulcacık ve dikkatle bir şey çiğnediğini fark etti. Kocası kasten derinden ve düzenli nefes alıp veriyor, karısının anlamamasını istiyordu. Ama ağzındakini o kadar düzenli çiğniyordu ki, bu sesle yavaş yavaş uyudu kadın.
Ertesi akşam eve geldiğinde, kadın dört dilim ekmek kesip koydu önüne. O güne kadar sadece üç dilim yiyebiliyordu adam. “Dört dilim yiyebilirsin rahatlıkla,” dedi kadın ve lambanın önünden çekildi. “Benim midem pek kaldırmıyor bu ekmeği. Bir dilim fazla ye sen. Benim midem pek kaldırmıyor bu ekmeği.”
Kadın, kocasının başını tabağın üzerine iyice eğdiğini gördü. Adam başını tabaktan kaldırmıyordu. O anda içi cız etti kadının. “Ama sana yalnızca iki dilim yetmez,” dedi adam, tabağına doğru.
“Sen bana bakma,” dedi kadın. “Akşamleyin bu ekmeği midem kaldırmıyor pek. Ye sen! Ye!”
Ve ancak bir süre sonra gelip lambanın altına, masanın başına oturdu.

Çeviren: Kâmuran Şipal

İzlemek isteyenler için : https://www.youtube.com/watch?v=IV9KeU3Wzrw

Kaynakça :

Das Brot, http://www.mondamo.de/alt/borchert.htm#06 , 17.10.2016

Ekmek, http://www.insanokur.org/ekmek-adli-oyku-wolfgang-borchert/ , 17.10.2016

Tags: