Okumak insanın zekasını, anlayışını, kültürünü artıran, gelişimine büyük ölçüde katkı sağlayan en önemli eylemlerden biridir. Okuyan insan aydındır, kendisini aydınlattığı gibi çevresini de aydınlatır. İnsanlarla güçlü ilişkiler kurar ve yaşadığı toplumu zenginleştirir. Okumak sadece eğitim hayatımızda yer alan bir eylem olarak kalmamalıdır. Hayatta başarılı olabilmek, kendimizi ve başkalarını daha iyi anlayabilmek için de her zaman yaşantımızda var olmalıdır.

Hadi gelin birlikte şöyle bir geçmişe gidelim, çok eskiden okumuş olduğumuz bir kitabı hatırlamaya çalışalım. Kitabın kapağını, kaç sayfa olduğunu, adını ve daha birçok ayrıntıyı hatırlamıyor olabiliriz. Kitaptaki ayrıntıları net hatırlamasak da, karakterleri, temaları ve olayları kısmen de olsa hatırlıyorsak işte bu durum bizleri ne okuduğumuzun değil, nasıl okuduğumuzun önemli olduğu bir noktaya taşıyor.

Eğer aktif bir okursak pasif okurlar kadar okuduklarımızı kısa bir sürede unutmayız. Belleğimiz uzun bir süre boyunca yapmış olduğumuz okumalarımızı korur. Çünkü bu okumaların hiçbirini pasif bir şekilde yapmadık. Kimi zaman kitabımızın üzerine notlar altık, belki de küçük not defterimize aklımıza takılanları yazdık, hatta oturup arkadaşlarımızla kitap üzerine tartıştık. Bir başka deyişle, biz bu kitabı sadece okumadık aynı zamanda o kitaba kendimizden de bir şeyler kattık, o kitabı içselleştirdik, karakterlere büründük… Kendimizden katmakla kalmayıp ondan da beslendik. Yeri geldiğinde kurduğumuz “ben bunu şu kitapta okumuştum!”, “ben bu cümleyi şu kitapta görmüştüm!” gibi cümleler, işte bu yüzdendir!

Genelde çok okuyanın daha çok bileceği gibi bir algı vardır fakat az okuyan ya da çok okuyan olarak kişileri ayırmak pek de doğru değildir çünkü okuma eyleminde önemli olan nicelik değil, niteliktir. Okuduğumuz her bir kitaptan en iyi şekilde yararlanabilmemiz için okurken durup üzerinde düşünmek, yazmak, çizmek, kendimize bir okuma stratejisi geliştirmek kaçınılmazdır. Hızlı okumak da belirli noktalarda zaman kazanmak adına bir strateji olabilir ancak kendimizi beslemek adına hızlı okuma bize hiçbir şey kazandırmaz. Ne okuduğumuzu düşünmemize, karşılaştırma yapmamıza imkan tanımaz. İçselleştirmediğimiz, anlamlaştırmadığımız sürece…

Aslında her bir kitap, yazarın okura açık bıraktığı bir kapıdır. Bu kapıdan içeri girerek yazarın bizler için hazırlamış olduğu olay örgüsünün, bilmecelerin, şifrelerin arasında buluruz kendimizi. Kimi zaman yazar, bu bilmecelerin gizli cevaplarını kendisi verirken, kimi zaman da kenara çekiliverir. İşte tam da bu noktada başlar aktif okuyuculuğumuz. Yavaş yavaş başlarız olay örgüsündeki boşlukları doldurmaya, açıkça ifade edilmeyenleri gün ışığına çıkarmaya. Bazen tekrar tekrar okuruz. İleri değil geri geri çeviririz sayfaları. Arka planı iyice kavramak isteriz. “Tamam, bir şeyler şekilleniyor!” dediğimizde devam ederiz kaldığımız yerden. Aslında bu kapıdan içeri girdiğimizde bir nevi gezinti yapıyormuş gibi hissederiz kendimizi. Yeri gelir bu gezinti hiç bitmesin isteriz. Bu yüzden de çoğu zaman oyalanır dururuz. Bu noktada gerçekleştirmiş olduğumuz “oyalanmak” eylemi zamanı boşa harcamak değildir kesinlikle… Aksine o olay örgüsü içinde doğru olanı bulabilmek ve kendimizi keşfedebilmek için oyalanmak isteriz.

Her kitap bir hazine haritasıdır ve aslında bu hazine de bizleriz. Bir başka deyişle okuduğumuz her bir kitapla kendimizi keşfe çıkarız, bambaşka yolculuklara, bambaşka dünyalara atılırız. Ancak bu keşif boyunca haritanın bir parçası hep eksiktir. Bu yüzdendir ki kitaplar aracılığı ile kendimizi ve dünyayı keşfetme yolculuğumuz asla bitmez, yeter ki sayfaları karıştırmaya hep devam edelim…

“Elimde olsaydı her karış toprağa buğday eker gibi kitap ekerdim.”

Horatius

Kaynakça:

Tags: