En önemli çeviri kuramı: “Skopos”

Skopos kuramına değinmeden önce Kuram nedir, Çeviri kuramları nelerdir konularına değinmek daha doğru olacaktır.

Kuram;

  • Uygulamalardan bağımsız olarak ele alınan soyut bilgidir.
  • Belirli bir konudaki düşüncelerin, görüşlerin bütünüdür.
  • Sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayı açıklayan ve bir bilime temel olan kurallar, yasalar bütünü, nazariye, teori.

Bu tanımlara göre kuramı, yaklaşımların ve bilgilerin, bilimsel temek ve kurallara dayandırılarak yöntemli ve bilimsel olarak açıklanması ve belirli ilkeler altında toplanması olarak değerlendirebiliriz. Çeviri kuramlarının tarihine baktığımızda her dönemde farklı kuramların ön plana çıktığını görüyoruz. Çeviriye ilişkin tek bir kuram söz konusu değildir. Farklı yaklaşımlara bağlı kalınarak bilim adamları farklı kuramlar geliştirmiştir. Bu kuramların ortaya çıkışında bilim adamlarının farklı görüşlerinin olmasını da sağlayan, her dönemin kendine özgü dini, felsefi, siyasi, sanatsal veya düşünsel yapılanmasıyla farklı çeviri ihtiyaçlarının oluşmasıdır.

Bu kurumları 3 başlık altında inceleyecek olursak.

Karl Bühler

1.İletişimsel Çeviri Kuramı

İletişimsel çeviri kuramlarının temeli, doğal iletişim şekillerine dayanır. Bu konuyla ilgili  Alman psikolog, filozof, iletişim bilimci, dilbilimci ve dil kuramcı Karl Bühler’in, Platon’un dil kuramından etkilenerek, 1934’de geliştirdiği “Dilin Organon Modeli”(Alm. OrganonModell der Sprache) iletişimin işlevine yönelik geliştirilen modellerden en güçlü olanıdır. Bu modellerde, üç önemli öğe vardır. Bunlar, gönderen işlevinde olan “konuşmacı”, alıcı işlevinde olan “dinleyici” ve gönderge işlevinde olan “nesne ve olgular”dır.

Bir iletişimin oluşması ve devam etmesi için bir “gönderen”, gönderenin gönderdiklerini karşılayan bir “alıcı” olması gerekir. Çeviride aynı mesajı ileten iki farklı gönderen ve aynı mesajı alan iki farklı alıcı yer alır.

Gönderici tarafındaki kaynak dil yazarı/konuşanı bulunmaktadır.Yazar/konuşmacı, yazılı, görsel veya işitsel sinyallerle gönderilmek istenilen bilgiyi/mesajı, kaynak dil/kültür normlarına uygun olarak bir bakıma kodlar. Kaynak dil alıcısı da gönderilen bilgiyi kendi dil yapısında çözümler. Çeviri işi devreye girdiğin de ise, çevirmen yazar/konuşmacı konumunu alarak kaynak iletiyi, hedef dilde tekrar kodlayarak meydana getirir. Hedef dil alıcı da kendi bilgi birikimine, dil ve kültür bilgisine göre mesajı analiz eder. Çevirmenin, kaynak gönderenin iletmek istediği mesajı doğru aktarabilmesi için öncelikle kendisinin mesajı doğru anlaması, sonra da çeviri sürecine ait bir takım yöntemler belirleyerek, mesajın içeriğine ve biçimine dikkat ederek aktarma yapması gerekmektedir. Aksi halde hedef dil alıcısı, bu yeni göndericinin iletmiş olduğu mesajı analiz edemez.

 

Çeviride hedef metin ve hedef alıcının öne plana çıkmasıyla çevirinin, faklı toplumlar, faklı kültürler ve farklı diller arasında bir bağ kurma özelliğinden dolayı iletişimsel bir boyutu da vardır. Çevirinin iletişimsel boyutunun kökeninde yatan ise, bir eylem ortaya koyma isteğidir. İletişim birbirinden farklı kültür, dil ve insanlar arasında gerçekleştiğinden, çeviri bu farklılıklardan kaynaklanan güçlükleri de aşma durumundadır.

2.İşlevsel Çeviri Kuramı

Çeviribilime işlevci yaklaşımlar farklı araştırmacıların çalışmaları aracılığıyla gelişmiştir. Bu çalışmaların ortak noktası çeviriyi dilbilimsel bir işlem olarak gören kuramlardan ayrılarak, çeviriyi bir eylem, özellikle de iletişimsel ve toplumsal bir eylem olarak gören bir bakış açısı sunmalarıdır.

İşlevsek çeviriye önemli bir örnek Justa Holz-Mänttäri tarafından geliştirilen “çeviriye ilişkin eylem”  kuramıdır (1984).

Holz-Mänttäri, özellikle profesyonel çeviri ortamlarına uygun açıklayıcı bir model ve bir dizi ilke oluşturduğu kuramında çeviriye bir amaca yönelik yürütülen bir eylem olarak bakar. Çeviriyi bir iletişim süreci olarak tanımlayan Holz-Mänttäri, bu süreçte çeviriyi başlatan, çevirmene işi veren, çevrilecek metnin yazarı, çevirmen, çeviri metnin kullanıcısı, çeviri metnin alıcısı gibi bir dizi aktörün yer aldığını belirtir. Burada başlıca amaç, alıcı açısından gerekli iletişimin işlevini yerine getirecek bir metin oluşturmaktadır. Çevirinin alacağı nihai biçimi belirleyen şey, kaynak metnin türü ve özellikleri değil, erek kültürde amaçlanan işlevi yerine getirme kaygısıdır. Holz-Mänttäri’nin işlevci yaklaşımında ağırlık verilen çeviri türü edebiyat dışı çevirilerdir. Bu çevirilerin sosyokültürel bağlamları içinde anlaşılmaları ve özellikle çevirmenle işveren kurum arasındaki ilişkilere önem verilir. Holz-Mänttäri, kuramını oluştururken kullandığı karmaşık terminoloji ve çeviri sürecinde kaynak metni tamamen bir kenara bırakmış olması nedeniyle kimi çeviribilimciler tarafından eleştirilmiştir (Munday 2001:79).

3.Skopos Kuramı

İşlevsel yaklaşımlar arasında en fazla öne çıkan Alman çeviribilimci Hans Vermeer’in Skopos kuramıdır. Vermeer, bu kuramı ’in metin türleri ve işlevleri üzerine yaptığı çalışmalarla temellendirmiş ve Reiss ile birlikte “genel” bir çeviri kuramı sunma çabasıyla kaleme aldığı kitapta geliştirmiştir (Reiss ve Vermeer 1984). Almanya’da çeviribilim alanında gerçekleştirilen ilk akademik çalışma 1971 yılında Katharina Reiss’in nesnel bir çeviri eleştirisi yöntemi oluşturma çabasını ortaya koyduğu “Çeviri Eleştirisinin Olanakları ve Sınırları” başlıklı kitaptır (Reiss 2000). Reiss ‘ in amacı metin türlerini sınıflandırmak ve çevirilerin niteliğini değerlendirmeye yardımcı olacak bir araç geliştirmekti. Reiss’in  belirlediği başlıca üç metin türü vardı: bilgilendirici , anlatımcı ve işlemci tür (Reiss 2000: 26). Bu metin türlerinin her biri farklı çeviri yöntemlerine başvurulmasını gerektirmektedir.

Reiss ‘ in  yaklaşımına göre bilgilendirici metinlerde içerik öne çıkar. Reiss bunlara örnek olarak eğitim malzemeleri ya da raporları vermektedir. Bu metin türünde çeviri yapılırken metnin içeriğinin tümüyle korunup aktarılması gerekir (Reiss 2000: 30). Anlatımcı metinler içerikten çok biçimle ilgilidirler. Diğer bir deyişle bunlar metnin neyi anlattığını değil , nasıl anlattığını öne çıkaran , edebiyat yapıtları gibi sanatsal metinlerdir (Reiss 2000: 31).Reiss ‘e göre anlatımcı türde metinlerin çevirmenleri kaynak metnin biçimini körü körüne taklit etmemeli, gerek dilde ona denk gelecek bir tür arayarak okurlarda benzer bir yanıt oluşturmaya gayret etmelidirler (Reiss 2000: 33). Üçüncü metin türü ise sunduğu içeriği belli bir amaca yönelik sunan işlemci metin türüdür. Bu metin türüne örnek olarak reklam ve propaganda metinleri verilebilir (Reiss 2000: 38). Bunların çevirisinde öncelik erek okur üzerinde belli bir etkinin, yani kaynak metinde amaçlanan işlevin, oluşmasıdır. Bu nedenle Reiss, bu metin türünün çevirisinin diğer metin türlerine göre kaynak metinden içerik ve biçim olarak daha fazla uzaklalaşılmasını gerekli kılabileceğini belirtir (Reiss 2000: 41). Reiss ,bu üç türe çok araçlı metin türlerini de ekler.  Bunlar senaryolar, librettolar, sahne yapımları gibi metinlerden oluşurlar ve müzik ya da görsel araçlar gibi dil dışı öğelerin kullanılmasını gerektiren metinlerdir (Reiss 2000: 43). Reiss, bu metinlerin çevirisinin de oldukça karmaşık bir süreç olacağını, ancak en önemli amacın kaynak metnin erek okur/izleyici üzerinde yarattığı etkiyi erek metinde yaratabilmek olduğunu belirtir (Reiss 2000: 46). Metin türlerinden ve bunların çevirilerinden söz ederken metin türlerinin birbirinden kesin çizgilerle ayrıldığı iddia edilemez. Birçok metin birden fazla tür kapsamında düşünülebilir (örneğin biyografiler ya da gerçek yaşamdan görüntülerle sonradan hazırlanan canlandırmaları birleştiren belgeseller ). Kaldı ki her türün çevirisinin tek bir yaklaşım gerektirdiğini, bu yaklaşımın dışında başka hiçbir yönteme başvurulamayacağını da söyleyemeyiz. Yine de Reiss, 1960’ ların dilbilimsel çerçevesini kırarak metinlere dilsel düzeyin yanı sıra sosyokültürel işlevlere sahip olgular olarak bakmıştır ve bu açıdan işlevci çeviribilimin öncüsü olarak anılır.

1984 yılında Reiss ile birlikte kaleme aldığı kitapta genel bir çeviri kuramı sunan Hans Vermeer ise bugün işlevci çeviribilim dendiğinde akla ilk gelen kavram olan “Skopos” ile çeviriyi kültürlerarası iletişimsel ve eylemsel bir alan olarak tanımlamıştır. Vermeer 1990’ lı ve 2000’li yıllarda yürüttüğü ve daha çok Almanca olarak yayımlanan çalışmalarıyla çeviri tarihine ve çeviri kavramının felsefi boyutlarına eğilmiş ve işlevci yaklaşımdan bir ölçüde uzaklaşmıştır. Yine de bugün adı Skopos kuramı ve işlevci çeviribilimle özdeşleşmiş durumdadır.

Skopos, Yunanca bir sözcüktür ve “amaç” anlamına gelmektedir. Bu anlamın da ortaya koyduğu gibi çeviribilimde Skopos kuramı, çeviri sürecini doğrudan amaca yönelik bir süreç olarak tanımlamaktadır. Aslında çeviri sürecinde birden fazla amaçtan bahsedilebilir. Christiane Nord üç farklı amaçtan söz edilebileceğini söyler: çeviri sürecinde çevirmenin amaçladığı genel sonuç (örneğin para kazanmak), gerek kültürde gerek metnin iletişim açısından ulaşmak istediği amaç (örneğin bir konuda okuru bilgilendirmek) ve kullanılan çeviri stratejisinin amaçladığı hedef (örneğin kaynak dilin yapısal özelliklerine dikkat çekmek için sözcüğü sözcüğüne çeviri stratejisine başvurmak). Ancak Skopos genellikle erek metnin amacını anlatmakta kullanılan bir terimdir. Çeviride işlevden söz ederken özellikle dikkat edilmesi gereken ve sıklıkla karıştırılan iki kavram vardır. Bunlardan biri çeviri edimini başlatan / sürdüren birey / kurumların niyeti, diğeri ise çeviri metnin hedef kitlesi üzerinde gerçekleşen nihai işlevdir. Niyet, amaç kavramına daha yakındır ve sonucun amaçlandığı gibi gerçekleşeceği anlamına gelmez. İşlev ise ancak okur ya da alıcı kitle üzerinde araştırma yapılarak saptanacak bir şeydir. Her okur ya da okur grubu çeviri metinleri kendi beklentilerine, gereksinimlerine ve bağlama göre farklı biçimlerde anlar ve kullanır (Nord 1997: 28).

Vermeer’ in tanımına göre çeviri eylemi  “erek metin” ile son bulur ve bu erek metin benimsenen amaca göre şekillendirilmiş olan bir metindir (Vermeer 2000: 221).Çevirinin amacını belirleyen taraf çeviri sürecini başlattığı varsayılan kişi ya da kurum, çoğunlukla da işverendir. Çevirinin amacını ayrıntılı olarak anlatılması ve uygulanması istenen çeviri yönteminin açık bir şekilde belirtilmesi gerekir. Skopos kuramına göre çeviri eyleminde çevirmen bir uzmandır ve erek metnin amaca uygun bir biçimde oluşturulmasından sorumlu olan kişidir (Vermeer 2000: 222-224). Bu bakış açısı, kaynak metin ve erek metin arasındaki ilişkinin yeniden tanımlanmasına neden olmuştur. Artık kaynak metin, ya da yazar, erek metni belirleyen unsurlar arasında sedece biridir. Çeviri sürecini başlatan işverenin amacı ve hedeflenen kitlenin beklenti ve gereksinimleri kaynak metnin eksiksiz aktarımından daha fazla öne çıkar. Bu nedenle bazı araştırmacılar skopos kuramının “kaynak metnin kutsallığını yıktığını”öne sürmektedir (Dizdar 2004: 5).

Skopos kuramının altı temel kuralı bulunmaktadır. Bunlar şöyle sıralanabilir (Munday 2002: 79) :

 

  • Erek metni belirleyen çevirinin amacıdır.
  • Kaynak metin, kaynak dilde bir bilgi aktarımıdır. Erek metin de benzer bir aktarımı erek kültürde gerçekleştirir.
  • Ancak erek metnin gerçekleştirdiği bilgi aktarımı kaynak metne yansımaz.
  • Erek metin kendi içinde bağdaşık olmalıdır.
  • Erek metin, kaynak metinle bağdaşık olmalıdır.
  • Yukarıda anılan kurallar hiyerarşik bir düzende verilmiştir ve skopos (amaç) kuralı hepsinden önde gelir.

 

Skopos kuramında kaynak ve erek metin ilişkisini belirleyen  iki genel kural daha                                          vardır. Bunlar bağdaşıklık ve sadakat kurallarıdır. Bağdaşıklık kuralı erek metnin kendi içinde tutarlı ve erek kitle için anlaşılabilir olmasıdır. Erek ve kaynak metin arasındaki bağdaşıklık ise sadakat kuralı kapsamına ele alınır. Sadakat kuralına göre skopos ve metiniçi bağdaşıklık oluşturulduktan sonra metinlerarası, yani erek ve kaynak metin arasında bir ilişki kurulabilmesi gerekir (Schaaffner 1998: 236).

Skopos, metnin alıcı kitlesine göre farklılık gösterebileceği için kaynak metin ve erek metin arasında amaç/ işlev farkı olması doğal kabul edilir. Kaynak metne sadakat yalnızca amaçlardan biri olabilir ama tek amaç olamaz. Reiss ve Vermeer ‘e  göre bir çevirinin başarısını belirleyen şey belirlenen amaca uygun olmasıdır, bunu da “uygunluk“ ilkesi olarak aktarırlar. Skopos kuramına göre “uygunluk”, daha önce sunulan dilbilimsel kuramların kaynak ve erek metin arasında kurmaya çalıştıkları “eşdeğerlilik” ilişkisinin önüne geçer ve çeviriyi kaynak metnin özelliklerine göre değil, öngörülen işleve uygun biçimde oluşturulan bir metin olarak tanımlar.

Skopos kuramının getirdiği işlevci bakış açısı, 1980’ li yıllarda çeviri sürecinde taze bir soluk kazandırmıştır. Bu bakış açısı aynı dönemde gelişen ve ileriki sayfalarda  ayrıntılı biçimde ele alınacak olan betimleyici çeviri araştırmalarından pek çok açıdan ayrılsa da erek kültür ve erek kitle üzerine odaklanmasıyla benzer bir vurguya sahip olmuştur. Çeviriyi ürün olmanın ötesinde bir süreç olarak ele alan işlevci yaklaşım, bu süecin belirleyenlerini çok daha geniş bir yelpazede konumlandırılmış ve bu nedenle de çeviri sürecini çok daha gerçekçi ve kapsamlı bir biçimde ele almayı başarmıştır. Örneğin skopos kuramı çeviri sürecini başlatan kişi ve kurumları, diğer bir deyişle işverenleri, kaynak metnin yazarından ya da kullanıcısından ayrı tutmuş, çeviri sürecinde erek metnin kullanıcılarına da yer vermiştir. Bu süreçte çevirmeni yalnızca bir okur ve yazar olarak değil, aynı zamanda işverene danışmanlık hizmeti sunan bir “uzman” olarak sunarak çeviribilimde çevirmene etken bir özne konumunu veren ilk yaklaşım olmuştur. Elbette bu uzman konumu beraberinde bir dizi sorumluluk da getirmiş, çeviri etiği diyebileceğimiz yeni bir alanın doğuşuna da öncülük etmiştir.

Ülkemizde gerçekleştirilen akademik çalışmalarda da yoğun ilgi gören ve özellikle edebiyat dışı metinlerin çevirisiyle ilgili incelemelerde kuramsal çerçeve olarak benimsenen Skopos kuramı çeşitli eleştirilere de hedef olmuştur. Bu eleştirilerden büyük bir çoğunluğu her eylemin amacı olamayacağını, bu nedenle her çevirinin bir amacı olduğunun iddia edilemeyeceğini savunmaktadır. Ayrıca Skopos kuramının çeviriyi fazla geniş bir şekilde tanımladığını, kaynak metni tamamen yok sayarak çeviriyi uyarlamayla bir tuttuğunu belirtenler olmuştur. Eleştirilerin bir kısmı da Skopos kuramının edebiyat çevirisinde geçerli olamayacağı, edebiyatta işlev ve amaç kavramlarının sorunlu olduğu düşüncesi üzerine odaklanmaktır (Nord 1997:109-122).

Bu eleştirilerden bazılarına yanıt vermek amacıyla Christiane Nord, Skopos      kuramının kimi zaman fazla gevşek tuttuğu kaynak ve erek metin ilişkilerini yeni bir zemine oturtmak için  “işle artı bağlılık” adını verdiği yeni yeni bir model oluşturmuştur. Nord’ a göre bağlılık  “çevirmenlerin çeviri etkileşimindeki taraflara karşı sahip oldukları sorumluluk “ olarak tanımlanır ve bağlılık, çevirmenin hem kaynak hem de erek kültüre eşit mesafede durmasını gerektirir (Nord 1997: 125). Bağlılık kişiler ya da kültürlerle oluşturulan bir ilişkidir, sadakat ise metin boyutunda var olur. Nord, işlevci modele bağlılık kavramını eklemlendirerek kaynak yazarla çevirmen arasında güven oluşturmanın yolunu çevirmenlerin erek kültürün yanı sıra kaynak kültüre de bağlı oldukları görüşünü de getirmektedir. Nord’ a göre bu bağlılık ilişkisinin bilinmesi çevirmenlerin toplumsal konumunu ve güvenilir bir ortak olarak statülerini güçlendireceltir (Nord 1997:125). Kaynak kültüre / yazara bağlılığı olan bir çevirmenin çevirisi yalnızca erek kültürün beklentileri ile şekillenmeyecek, kaynak yazarın amacı erek metinde gerçekleştirilecek işlevlerin sayısını kendiliğinden sınırlandıracaktır. Diğer bir deyişle çevirmen, çeviri sürecinde yalnızca işverenin kendisi için belirlediği amaçlara göre hareket etmeyecek, kaynak metnin ve yazarın amaçladığı işlevleri de göz önünde bulunduracaktır. Nord’ un “işlev artık bağlılık” modeli, Skopos kuramının kaynak metnin kutsallığını yıktığını kabul etse de çeviri sürecini kaynak metin ve kültürlerden kaynaklanan bazı unsur ve amaçlarla dizginleme amacını taşımaktadır.

KAYNAKÇA

TDK

 

Tags: