Fransız yazar Camille Bordas, çift dil bilmek ve kullanmak hakkında görüşlerini paylaşmış. Anadili Fransızca olan yazar, daha sonra Amerika’da yaşadığı dönemde İngilizcesini de anadil seviyesine dek geliştirdiğini fark ettiği gerçekleri, anılarıyla birlikte anlatıyor…

‘Bir süre Amerika’da yaşadığım için insanlar bana İngilizce mi yoksa Fransızca mı düşündüğümü soruyorlar. Ben de bu soruya, “Ne hakkında düşündüğüme bağlı; iş hakkında düşünüyorsam İngilizce, günlük hayata dair veya ailem hakkında düşünüyorsam Fransızca.” şeklinde cevap veriyorum. Bu cevap genelde tatmin edici geliyor insanlara; iş için bir dil, kişisel hayatım için anadilim olan başka bir dil. Doğruyu söylemek gerekirse, hangi dilde düşündüğüme dair benim de bir fikrim yok. Mesela konuşurken bazı kelimeler İngilizce bazılarıysa Fransızca karşılık buluyor beynimde. Ve o an konuşmakta olduğum dile göre uygun kelimeyi seçmek için kısa bir süre duraklıyorum.

Bu durumla sık karşılaşıyorum. Bir gün kardeşimle telefon görüşmesi yapıyorduk, zor zamanlar geçiriyordu ve içini dökmesi gerekiyordu. Tam da bu noktada, içini dökmesi gerektiğini söyleyecekken bu ifadenin Fransızcası aklıma gelmedi ve İngilizce karşılığını söyledim. “İçini dökmek” kalıbı için İngilizce’de “venting” kelimesini kullanıyorum ne var ki Fransızca’da “venting“in tam kelime karşılığı “çantayı/poşeti boşaltmak” anlamına geliyor. Yani “venting” kelimesinin Fransızca karşılığını tekrar İngilizceye çevirecek olursak sonuç: “unpacking“. İş görür mantığıyla yine de o kelimeyi kullanmıştım, nitekim kardeşim de anlamıştı ne demek istediğimi ama işte bazen doğru kelimeyi seçemeyebiliyor insan, birden çok dilin içinde olunca…

Annem ve kardeşleri birlikteyken Fransızca/İspanyolca karışımı bir dil kullanırlardı. Her biri iki dili de duyarak büyüyüp anadil seviyesinde konuştuklarından bu kardeş grubunun aksanı “Franish” de diyebileceğimiz kadar kendilerine özgüydü. Her iki dilden de en uygun kelimeleri seçer, kimi zaman Fransızca kelimeleri İspanyolca’ya uyarlayarak kullanırlardı. Geçen onlarca yıl ile birlikte hem yapısı hem aksanı kendilerine özgü bu dil de gelişip devam etti. Bazen kulağa hoş geleni seçmek bazen de söylemekten zevk aldıkları kelime ve kalıpların karışımı belirliyordu bu dilin mantığını. Çocuk halimle sürekli merak ederdim kullandıkları kelimeleri bu iki dil arasından neye göre seçiyorlar diye. Sonra fark ettim ki; şu an bana sorulan “Hangi dilde düşünüyorsun?” sorusu, küçükken kafama takılan o sorunun bir başka versiyonuydu. Artık anlıyorum ki, birden fazla dili çok iyi biliyor ve kullanıyorsanız konuşurken ikisinden birini tercih etmek diye bir şey söz konusu değil. Önemli olan kendinizi en iyi şekilde ifade etmek.

“İyi bir yazarın, annesi ve babası ölmüş olmalı.” diye bir cümle okumuştum. Bu cümle İngilizceden Fransızcaya direkt kelime kelime çevrilmişti. Cümleyi net bir şekilde anlamıştım ve hiç bir zaman iyi bir yazar olamayacağımı düşünmüştüm. Öyle ki; babam çoktan ölmüştü ve iyi bir yazar olmak uğruna annemi de kaybetmem düşünülemezdi. Şimdi anlıyorum ki, söylenmek istenen; içimizden geldiği gibi ve tüm samimiyetimizle yazabilmemiz için ailevi baskı ve geleneksel yargılardan uzak olmamız gerekiyormuş. Bu durum sadece yazının içeriği değil, kullanılan dil ile de alakalı. Yazılarımın İngilizce olmasının sebebi ailemle arama mesafe koymak istemem değil ama aksini de inkar edemem. Annemin öldüğünü düşünemediğim gibi yazdıklarımı okuduğunu da düşünmek istemiyorum. Yazılarımı mecburen İngilizce okuyacak ve belki tam olarak anlayamayacak ama kendimi ifade ederken anadilim olmasa bile İngilizce kullanmak işime geliyor. Yazılarımda onun hoşuna gitmeyecek bir şey olursa, İngilizcesi çok iyi olmadığından, tam olarak anlayamadığını düşünecek ve böylelikle kırılmayacak. Dillerin kendine özgü üslubunu bu yüzden seviyorum.

Fransızca ile kıyaslayacak olursak, İngilizce’nin pratikliğini seviyorum. Bizim abartılacak kadar farklı gördüğümüz şeyleri sıradan bir şekilde ifade ediyorlar ve bu işe yarıyor. Bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama Fransızca bu konuda çok ağır ve detaylı bir dil. Örneğin; genel hatlarıyla “hoşlanmak, sevmek” anlamlarına gelen “amour” ve “love” kelimeleri Fransızca’da bambaşka kullanımlara sahipken, İngilizce-Fransızca sözlüğü sizi bunların aynı anlama geldiğine ikna edebilir.

Chichago’ya ilk taşındığımda, insanların birbirlerine sevgilerini ne kadar sık ifade ettiklerini görünce çok şaşırmıştım. Eşim ne zaman ailesinden biriyle telefon görüşmesi yapsa “Seni seviyorum.” diyerek bitiriyordu konuşmasını. Buna zamanla alışmama rağmen ilk başlarda endişelenmiştim. “Neden ısrarla sevdiğini söylüyor? Yoksa kendisine veya karşısındakine kötü bir şey mi olacak?” Tabi ki böyle değildi durum. Babam bana hiç bir zaman beni sevdiğini özellikle belirterek söylemedi, bunu herhangi bir amerikana söylesem benim için üzülür veya babamın soğuk birisi olduğunu düşünür. Oysa ki ben durumumdan memnunum, her fırsatta ısrarla beni sevdiğini söylese ne diyeceğimi bilemezdim herhalde. Çünkü Amerikanların devamlı kullandığı ‘love‘ kelimesi Fransızcada oldukça manidar, ağır bir kelime. En azından benim ailemde bu kelime, romantik ilişkilerde ve ölüm gibi mühim konularda kullanılır.

Son olarak, bildiğim iki dili bir arada nasıl konuştuğumu <daha doğrusu “yaşadığımı”>  şöyle bir anımla anlatayım. Küçükken kardeşlerimle birlikte bir oyun oynardık. Bulduğumuz çakıl taşlarını bilezik gibi demir bir yuvarlağa atmaya çalışırdık, bir nevi basketboldu. Elimizdeki taşlar küçük olduğundan, demire değince çıkarttıkları “ding” sesinden anlardık atıp atamadığımızı. Derken, oyunun adını ‘The Ding’ koyduk, ta ki bir bün amcam taşı sektirip iki kere “ding” sesi çıkartana kadar. Artık oyunun adı “Double Ding“idi. Hedefimiz ve başarı ölçütümüz o sesi iki kere duymaktı, bir tanesi yetmiyordu.

Double ding” yapmayı başaramamıştım ama bugün ne zaman yazdığım İngilizce bir şeyi Fransızca diline aynı anlam ve vurguyla çevirebilsem double ding’i hatırlarım. Nasıl ki o zaman başarı “çift ding” yapabilmekti; bugün ise çift dili birlikte yürütebilmek. Fransızca benim için “ding” ise, hem Fransızca hem de İngilizceyi çok iyi kullanabilmek “double ding“. Alışkanlık olmuş; Fransızca bir film izlerken elimde olmadan İngilizce alt yazıları da okuyorum. Buna ihtiyacım yok ama görünüşe göre her iki dilin de içinde olmak hoşuma gidiyor.’

 

Tags: