Carson McCullers (19 Şubat 1917, Georgia – 29 Eylül 1967, New York) Amerikalı ünlü bir kadın yazardır. Ününü Yalnız Bir Avcıdır Yürek adlı ilk romanı ile kazanmıştır. Roman dışında kısa öykü, oyun, deneme ve şiir türlerinde de eserler üretmiştir. Eserlerinde genel olarak ABD’nin güney eyaletlerini mekan olarak kullanan yazar, tema olarak ise dışlanmışlık hissini, uyumsuzluğu ve manevi yalnızlığı ele almıştır. McCullers’ın eserleri genellikle Güney Gotiği kavramıyla tanımlanır. Bu tür eserlerde genelde çözümlenemeyen, içinde kaybolunan karşılıksız bir aşk ya da aşk üçgeni söz konusudur. Karakterler bu yüzden ya cinayet işler ya da intihar ederler. Irkçılık, cinsiyet ayrımcılığı ve bazen homoseksüellik bu eserlerde büyük rol oynar. Altın Gözde Yansımalar, Carson McCullers’ın 1941 yılında kitap olarak yayımladığı kısa romanıdır. Özgün adı Reflections in a Golden Eye olan roman, üç kez de Türkçeye çevrilmiştir. Son olarak İpek Babacan tarafından Türkçeye çevrilen kitap Aralık 2018 yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basılmıştır. Ayrıca roman 1967 yılında filme uyarlanmıştır.

Yazarın basit ve anlaşılır bir dille yazıp etkileyici benzetmeler ve metaforlarla süslediği ikinci romanı Altın Gözde Yansımalar çok önemli bir eserdir ve yazar, trajik bir cinayetle sonuçlanan bu eserinde yalnız insanların, iç dünyalarını anlatmaktadır. Ortada bir ilişki yumağı vardır ama bu ilişki hali bir görünüşten ibarettir. Asıl olan yalnızlıktır. Sanki görülmeyen bir duvar, var olmayan bir çukur vardır da bununla çevrelenmiş gibidir karakterler. Aynı zamanda, hem karakterlerin davranışlarıyla, hem düşündükleriyle hem de düşünmedikleriyle pek çok psikolojik imgeler içeren roman, psiko-dram kategorisine de girer. Bunları okurken okuyucu da ruh halinden ruh haline geçer. Yazar; dostluğun, sevginin, anlayışın yitip gittiği bir dünyada; hastalıklı bireylerin tuhaf ve anlaşılmaz dünyasına sürükler okuyucuyu. Bu dünyada neler olup bittiğini merak eden okuyucular için mutlaka okunması gereken bir kitap çünkü kitap yoğun bir şekilde aldatma, eşcinsellik ve nefret temalarını hissettiriyor.

Roman barış zamanında, Georgia eyaletindeki bir ordugahta geçmektedir. Romanda, mekanın sıkıcı ve kasvetli ortamında sıkışıp kalmış, tek eğlenceleri akşam yemeklerinde buluşmak ya da beraber kağıt oynamak olan dört kişi ile çocuksu bir Filipinli hizmetçi ve bir de onların hayatlarını gizlice gözetleyen bir erin dahil olduğu bir cinayet hikayesi anlatılmaktadır. Kitaptaki en önemli karakter biseksüel Yüzbaşı Weldon Penderton’dır. Birçok aşığı olan karısı Leonara ile aralarında tuhaf bir ilişki vardır. Pendertonlar’ın yakınında, depresif karısı ve uşağıyla beraber yaşayan Binbaşı Morris Langdon da bunlardan birisidir. “Aldatma” temasının izleri bu karmaşık aşk çemberinde görülmeye başlar. Bu ilişkinin gizli olduğunu sansalar da Yüzbaşı ve Binbaşı’nın karısı Alison bunu bilmektedir. Fakat Alison, çekeceği geçim sıkıntısı yüzünden boşanmaktan korkar ve hastalıklı bir kişi haline gelir. Diğer karakterlere nazaran masum olan bu karakter, ilişkisini ve çocuğunu kaybetmiş olmanın neden olduğu depresyon ile beraber kendisine zarar verir. Başlarda kocasının ona karşı bu kadar sadakatsiz olmasına inanmak istemese de kendisine acı veren bu ilişkiyi kabullenmek zorunda kalır. Ve böylece, aldatılan kadınla kocasının sevgi nesnesi arasındaki tuhaf dostluklardan biri başlar. Yüzbaşı’nın bu ilişkiye karşı tutumuna gelince, Yüzbaşı’nın karısının aşıklarına aşık olmak gibi hazin bir eğilimi vardır. Binbaşı’ya karşı beğeni ve istek duyar, bu yüzden de bu ilişki onu incitse de sesini çıkaramaz.

‘‘Her ne kadar karısıyla Binbaşı Langdon arasındaki ilişki kendisine azap verse de, olası bir değişikliği düşünürken korkuya kapılıyordu. Aslında çektiği azap oldukça tuhaf bir türdendi, çünkü karısını kıskandığı kadar onun aşığını da kıskanıyordu. Son bir yıldır Binbaşı’ya karşı kendisinin sevgiye en yakın duygu olarak bildiği duygusal bir eğilim hissetmeye başlamıştı. Her şeyden çok bu adamın gözünde seçkin birisi olmak istiyordu. Boynuzlanmış olmayı ordugahta saygı duyulan kinik bir gönüllülükle taşıyordu.”

Bu alıntıyla Yüzbaşı’nın kendi içinde yaşadığı savaşı daha iyi anlayabiliriz. Anlaması güç olan, çözülemeyen bu aşk ve entrika düğümünde aslında her birey sevgisizlikten muzdariptir. Her biri, dağınık duyguları için birer odak noktasına ihtiyaç duymakta fakat yalnızlığa mahkum bir hayat sürmektedirler. Bu alıntı ve örneklerle romanın aldatma temasını okuyucuya nasıl yoğun hissettirdiğini anlayabiliriz.

Romanda hissedilen ikinci yoğun tema ise; “biseksüelliktir.” Romanda, önemli bir yeri olan Yüzbaşı Penderton’ın kendi içerisinde verdiği kişilik ve cinsel eğilim çatışmasına odaklanılmıştır. Biseksüellik temasını barındıran romanda Yüzbaşı, biseksüel bir karakter olarak karşımıza çıkar. Fakat ordudaki itibarı için bunu bastırmak zorunda kalır. İnsanoğlu sevgiye muhtaçtır. Çoğunluğun oluşturduğu tabuların dışındaki kişiler, alışılmışın dışında olduğu için bastırmak zorunda kaldıkları duygular  yüzünden mutsuzluğa sürüklenirler. Yüzbaşı zaman zaman insanların cinsel eğilimlerle ilgili önyargılarını kaldırması gerektiğini ve bu sayede özgürlüğe ulaşılabileceğini vurgular. Bu cümlelerle kitabın biseksüellik temasını nasıl hissettirdiğini anlarız.

Son olarak bahsetmek istediğim bir diğer tema ise; “nefret” temasıdır. Başlarda Binbaşı’dan hoşlanan Yüzbaşı, Er Willams’ı atın üzerinde çıplak bir şekilde gördükten sonra ona karşı yoğun bir takıntısı başlar ve Er Williams’tan  etkilenir. Fakat Er’in, karısı Leonara’ya olan takıntısından bihaberdir. Er, sessiz sakin olsa da tehlikeli biridir ve bir gün Pendertonlar’ın evini gözetlerken yakalanır. Yüzbaşı Weldon’ın sevgisi ve takıntısı nefrete dönüşür. Tam o an nefret duygusunun yoğunluğunu hissetmeye başlarız. Gerçek bilinen şeyler her zaman geç ortaya çıkar ve içinde yaşanılan yanılsamanın ise ne kadar sahte olduğunun çarpıcı farkındalığına geç de olsa varılır. İnsan vahşi içgüdüler taşır ve bu trajik sondan da anlaşılabildiği gibi, nefret duygusunun takıntı ve beğeni duygusundan daha yoğun hissedebileceği anlaşılır.

Romanda bu altı kişinin yalnızlıkları, düşleri, saplantıları ve zaafları anlatılır. Nefretin ve aldatmanın çarpıttığı dünyalarıyla bu karakterlerin hepsi birbiriyle ilişkilidir ama aslında herkes kendi dünyasında yalnızdır. McCullers bu romanı ile insan kalbinde yatan arzu ve nefreti okuyucuya yansıtır. Trajedi, aldatma, çapraz aşk üçgeni ve psikolojik imgelerle dolu olan bu roman, okuyucuyu karakterlerin iç dünyasına sürekler. Yazar, hayatın içindeki acı gerçekleri nesnelliğini koruyarak; sade, berrak ve akıcı bir dille okuyucuya yansıtır. Sayfaca kısa olduğundan dolayı da bir solukta bitirilebilecek romanlardan biri olsa da Altın Gözde Yansımalar, içinde barındırdığı “aldatma”, “nefret”, ve “biseksüellik” temalarıyla uzun süre aklınızda yer edecek bir baş yapıttır.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

Alim Zekeriya TEKİRDAĞ