Yazar: Yağmur Tatar

Editör: Sena Ortakışlalı

Son Okuma: Çağıl Zehni

Tiyatro, insanın mağara duvarlarına değişik hareketlerde bulunan silüetleri resmetmeye başladığı Paleolitik Dönemlere kadar uzanan bir sanat biçimidir. Dinsel törenlerden ve ritüellerden doğmuş ancak zamanla dinle ilişkisini kesip “oyun” biçimini almış, biricikleşmiştir. Aristo’nun belirttiğine göre, Batı tiyatrosu, Antik Yunan döneminde Dionysos’u anmak ve onurlandırmak için düzenlenen festivallerde ortaya çıkmıştır. Türk edebiyatında ise tiyatronun yaklaşık 150 yıllık kısa bir geçmişi vardır. Tiyatroyla ilk kez Tanzimat Dönemi’nde tanışan Türk insanı, o zamana dek köy seyirlik oyunları, meddah, kuklacılık, Karagöz – Hacivat ve orta oyunuyla güldürü, dram ve trajedi izleme ihtyacını gidermiştir. Batılılaşma ilkesiyle hareket edilen Tanzimat Dönemi’nde halkın aydınlanmasına giden en mühim yolun sanat olduğu düşünülmüş, dolayısıyla özellikle Fransız edebiyatından pek çok eser Türkçeye çevrilmiştir. Ancak o dönemde, tiyatro eserleri halka iyi ve kötü kavramları öğretmek amacıyla yazılmıştır. Bu yüzden sahnelenebilirlik özelliklerine önem verilmemiştir. Örneğin ilk basılı tiyatro oyunumuz, Şinasi tarafından “Şair Evlenmesi” adıyla Tercüman-ı Ahval dergisinde tefrika ettirilmiştir ve görücü usulü evlenme adeti eleştirilmiştir. Dünya edebiyatı için insanlığın tarihi kadar eski, Türk edebiyatı için henüz emekleyen bir bebek misali yeni ve dipdiri olan tiyatronun farklı kültürlerde, farklı zaman ve mekanlarda buluşmasını sağlayan en önemli etken de kuşkusuz “çevirmen”dir. Dünyanın en eski mesleklerinden biridir çevirmenlik. Dolayısıyla dönemin çevirmenlerine bu bağlamda çok iş düşmüş ve hünerlerini “Müfettiş”, “Kibarlık Budalası”, “Cimri”, “Teklif”, “Bir Evlenme”, “Çömlek”, “Bir Yaz Gecesi Rüyası”, “Kral Oidupus”, “Amphitrion”, “Julius Ceasar” gibi (Maral, 2010) oyunların çevirisinde göstermişlerdir.

Tiyatro Osmanlı Dönemi’nde lüks, zenginlik ve modernlik göstergesi olarak değerlendirilirken, Cumhuriyet Dönemi’nde uygarlığın ve aydınlanmanın mihenk taşı olarak görülmüştür. Bu sebeple, tiyatro; Cumhuriyet Dönemi’nde saray mensubuna değil, halka mal edilmiştir. O dönemde Shakespeare, Moliere çevirileri yapılmış hatta bazıları tamamıyla Türk kültürüne uyarlanmış, halka ders veren nitelikte eserler haline gelmiştir. Özlem Berk, Cumhuriyet Dönemi’nde genel çeviri stratejisinin yerelleştirme olduğundan bahseder. Türk halkının Batı toplumları arasında kendine bir yer edinmek isteyişi, dönemin çeviri sektöründe büyük bir sıçrayışa yol açmıştı. Batı tiyatroları merak ediliyor, baleleri izleniyor ve operaları dinleniyordu.

Kimi zaman çevirmeni sonunda ışık görünmeyen bir tünelde kalmışçasına çıkmaza sokar tiyatro metni. Bir tiyatro metninin kendine has sorunları vardır. Dolayısıyla çevirmen, kaynak dilin kültürüne bütünüyle hakim olmalıdır. Söylemleri, deyimleri, argo dilini ve halk arası söyleyişleri bilmeli ve benimsemelidir, başka türlü seyirciyi “tahammül etmek” zorunda bırakmayan bir oyun metni oluşturulamaz. Bir örnek vermek gerekirse Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” oyununda ısrarla kullanılan “yüz görümlüğü” ifadesinin Almanca’da karşılığının olmadığını görürüz çünkü böyle bir kültür yoktur. Almanya’da var olmayan bir gelenek, dillerine nasıl işlensin ki? Ancak “yüz görümlüğü” ifadesinin anlamını izah ederek bir tanımlama oluşturmaya çalışırsak, “gelinin yüzünü görmek için ödenen bedel” diyebiliriz. Bu da Almanca’da şu cümleye tekabül eder: ‘‘Preis für das Sehen das Gesicht der Braut’’ Böylesine uzun bir söylem de tüm anlam bütünlüğünü bozabilir. (Deniz, 2016)

Ayrıca Türk tiyatro metinlerinde Karagöz-Hacivat oyunlarında görülen dil sürçmelerinden kaynaklanan espriler sıklıkla görülür.

Bunu yine “Şair Evlenmesi”nden bir örnekle inceleyelim.

– MÜŞTAK BEY: Vay ferâsetli adam vay!..

– BATAK ESE: Feres atlı adam sensin. Ulan hayvan, bana kötü laf söyleyip durma. Şimdi sana fan fin demeyü gösterürün!..” (ŞİNASİ, Şair Evlenmesi, Ekim 2014, s. 43).

Bu diyalogta, Karagöz-Hacivat oyunlarında benzerine rastlanan bir kelime oyunu görülmektedir. Müştak Bey’in kurduğu cümleyi yanlış anlayan Batak Ese bu duruma tepki göstermiştir. Burada ifade edilen “feraset” kelimesi Arapça kökenli bir kelimedir ve TDK Sözlüğü’ne göre ‘anlayış, seziş, sezgi ve zekâ’ anlamına gelir. Kelimenin kökeninden yola çıkarak feraset kelimesini “perceptive person” şeklinde çevirebileceğini düşünen çevirmen için asıl zorlu kısım burasıdır. Çevirmen, kaynak dilin içerisindeki kelimelerin bile kaynağına varmak zorunda kalmış; ancak yine de bir ihtimal “feraset” kelimesinin verdiği hissiyatı ya da anlamı layıkıyla verememiş olabilir. (Deniz, 2016). Bu örneklerden yola çıkarak söyleyebiliriz ki tiyatro metni çevirmeni, hem erek hem kaynak dile çok hakim olmalı, seyrekçe kullanılan yöresel bir deyişi bile biliyor ya da en azından tahmin edebiliyor olmalıdır. Aksi takdirde İngiliz seyircisinin kahkahalar attığı bir oyunda, yerelleştirmenin başarısız olması durumunda Türk seyircisi umursamaz bir ifade takınabilir. Dolayısıyla tiyatro metni çevirmeni sadece kültürlere hakim olmakla kalmayıp aynı zamanda karakterlerin tutumlarını, davranışlarını yani profillerini de çok iyi kavramalıdır.

Karakteri içselleştirmekten kastımızın ne olduğunu anlamak için Moliere’in Cimri oyunundan karakterin faiz hesabı yaptığı bir diyaloğun, Yaşar Nabi Nayır ve Sabahattin Eyüboğlu tarafından iki farklı çevirisine göz atalım. (Sefer, 2015)

“En az yüzde sekiz faizle yatırsan yirmi pistol senede on sekiz frank altı metelik, sekiz mangır getirir (3)” (Nayır, 1961: 37).

“Yirmi altını en azından, yüzde beş buçuk faize verirsen ne getirir bir yılda? On sekiz lira doksan kuruş?” (Eyüboğlu, 1983: 32).

Öncelikle belirtmeliyiz ki Cimri oyununun baş karakteri Harpagon oldukça cimri, mutsuz, huysuz ve sürekli para hesabı yapan bir tiptir. Her türlü faiz hesabını zihninden kolaylıkla yapabilen Harpagon için para ve parayla alakalı her türlü kavram büyük önem teşkil etmektedir. Bunu farkında olan çevirmen Yaşar Nabi Nayır, başta sıkıcı ve detaylı görünen bu çevirisinde parasal noktalara bu yüzden önemle değinmiştir. Dolayısıyla görüyoruz ki, tiyatro metni çevirmeni sadece iki dili muhteşem seviyede bilmekle kalmayıp aynı zamanda karakteri de anlamalı, hissetmelidir. (Sefer, 2015)

Tiyatro, seyirciye bir hissi benimsetmesi, yaşatması ya da bir fikri aşılaması bakımından en etkili sanat türlerinden biridir. Öyle ki, zamanında aldıkları kararları halka benimsetmek için yurdun dört bir yanında tiyatrolar düzenleyen hükümdarlar, krallar varmış. Böylesine değerli bir sanat türü olduğu için, tiyatroya Cumhuriyet Dönemi’nde verilen değerin günümüzde de verilmesini diliyoruz.

Ülkemizde tiyatro son nefesini veriyor gibi görünüyor. Tiyatro metinlerini çevirmek kuşkusuz çevirmen için meşakkatli bir süreç. Ancak biz çevirmenler, tiyatro eserleri seyircisiyle tam gaz yeniden buluşmayı beklerken, layıkıyla görevimizi yerine getirmek için çalışma masamızda yerini alacak olan metinler için hazırız!

To be or not to be

(William Shakespeare – Hamlet)

Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin? (Can Yücel)

Var olmak ya da yok olmak. (Sabahattin Eyüboğlu)

Olmak ya da olmamak (Bülent Bozkurt)


Kaynakça:

  • Maral. N. (2010) Tiyatro Metin Çevirilerinde Çeviri Sorunları. (Yüksek Lisans Tezi) Dokuz Eylül Üniversite- si, Sosyal Bilimler Enstitüsü. (p. 11)
  • A Comparative Study on Translations of Moliere’s The Miser / H. Sefer (p. 48-57)
  • Deniz. Ü. (2016) Türk Tiyatro Metinlerinin Çeviri Problemi Ve Teda Projesi (Yüksek Lisans Tezi) Form:6
  • Haleva. B. (2011). Tiyatro Çevirisi BağlamındaBer- nard-Marie Koltes Oyunlarının Türkiye’deki Dolağımı (7726207)

Tags: