Beyt’ül Hikmet

Çevirmenliğin atası olarak kabul edebileceğimiz Beyt’ül-Hikmet, Abbasi Halifesi Memun tarafından yaklaşık 830 yılında Bağdat’ta yaptırılan büyük bir bilimler akademisidir. Aynı zamanda bir kütüphane ve çeviri merkezidir. Beyt’ül-Hikmet’nin karşılığı bugün Bilgelik Evi olarak geçmektedir. Burada yapılan en önemli iş, bilim ve felsefe gibi konulardaki kitapların Arapçaya çevrilmesidir. Bu çalışma için bölgenin dışından getirilen kitaplar ve bu kitapların çevirileri sayesinde İslam Dünyası’nın en büyük kütüphanesi oluşmuştur.

O dönemin büyük bilginleri Beyt’ül-Hikmet çalışmasında yer almışlardır. Halife Memun, yabancı eserlerin Arapçaya çevrilmesine o kadar ehemmiyet gösteriyormuş ki çevrilen kitaplara kendi adına özel simgeler koydurtuyormuş ve çevirmenler de çevirdiği kitabın ağırlığı kadar altınla çevirmenlik ücreti ödenmiştir.

Çevirilerin çoğu Farsça, Süryanice, Yunanca ve Sanskritçe eserlerden yapılmıştır ve çevrilen yazarlar içinde Pisagor, Platon, Aristoteles, Hipokrat ve Sokrates gibi Antik Yunan döneminin ünlü simalarının yer aldığı bilinmektedir.

Beyt’ül-Hikmet’nin etkinlikleri sayesinde İslam Aydınlanması olmuş ve kısa sürede birçok düşünür ve bilim adamı yetişmiş olmasına rağmen Beytü’l-Hikme’nin etkinlikleri kuruluşundan yaklaşık 300 yıl sonra önemini yitirmiş ve maalesef Abbasiler Dönemi’nin en büyük kütüphanesi, 1258’de Moğollarca yağmalanmış ve yakılmıştır.

 

Yukarıda kısa özet olarak geçilen Beyt’ül Hikmet’i iki bölümde ele aldık.

ALTIN ÇAĞ

Şüphesiz ki Abbasiler Dönemi’nde, Bağdat’a altın günlerini yaşatan halifelerinden biri El Memun’dur. El Memun 786’da doğmuştur. Anne tarafından İranlıdır. İyi bir din ve felsefe eğitimi alan Memun, akılcılığı benimseyen mutezile öğretisine bağlıydı. Kısaca mutezile; Müslüman olmakla birlikte yazgıyı yadsıyarak, kul ettiklerini kendi yaratır diyen ve düşünmeyenlerin felsefesidir. Mutezile bilginleri, akla başvurma yöntemlerini Eski Yunan ve Helenistik dönem filozoflarından almışlardır. Memun, Tanrının zatından ayrı sıfatları olamayacağını öne süren, özgür iradeyi ve kişinin kendi eylemlerinden bütünüyle sorumlu olduğunu vurgulayan mutezile öğretisini de halkına benimsetmeye çalışmıştır.

Memun’u diğer halifelerden ayıran özelliği Antik Yunan’dan bu yana en etkili felsefe ve bilim hareketini Bağdat’ta başlatması olmuştur. Memun, 832’de Beyt’ül-Hikmet (Bilgelik Evi) adlı bir akademi kurdu. Musul’da Daru’l İlim, Kahire’de Daru’l-Hikme içinde her ilimle alakalı kitapların bulunduğu bir ilim merkezi oldu burası ve esasen Memun’un babası Harun Reşid zamanında temelleri atıldı. Burada Yunanca, Süryanice, Farsça ve Sanskritçe yapıtlar Arapçaya çevrildi. Halife Memun, eski bilimsel çalışmaları bulup getirsinler diye elçilerini uzak diyarlara gönderdi.

Bizans’tan o zamana kadar İslam Ülkelerinde bulunmayan eserler getirilerek Arapçaya çevrildi. Bilgelik Evi’ndeki çevirmenlerin çoğunun Hıristiyan kökenli olduğu görüşü herkesçe hâkimdir. Buraya özellikle Bizans, İran ve Hindistan’dan akın akın gelen eserlerin çevrilmesi, çeviri sektörünün bir yerde başlangıcı ve dahi altın çağı olarak da düşünülebilir. Nitekim bu yapılan çeviriler sonraki yüzyılda Endülüs üzerinden Avrupa’ya girmesi ile Avrupa’da Aydınlanma Çağı’nın fitilini ateşleyip bir nevi yeni bir çağın başlamasına vesile olacaktır.

Halife Memun’un diğer dinlere hoş görülü yaklaşımı sayesinde Bağdat’a her yerden akın akın insanlar geliyor, gelenlere yemek ikramlarında bulunuluyor. Bu yemeklerde matematik, felsefe, din vb. konular üzerinde uzun uzun sohbetler ediliyordu. Memun’un kelâm bilgisi, ona Hıristiyan ve Yahudi bilginlerle dini konuları tartışma olanağı verdi ki bu insanlar Sokrates, Platon, Aristo’nun fikirlerini zaten biliyor ve tartışıyorlardı. Böyle bir ortamda bilgeliğin ve bilginin artmasından daha doğal başka bir şey olmazdı.

Halife’nin, özellikle dönemin en önemli bilim insanları olan Pisagor, Platon, Aristo, Hipokrat, Öklid, Galen, Sokrat, Sushruta, Charaka, Aryabhata gibi filozofların eserleri başta olmak üzere Yunan ve Latin kültürlerinden, diğer İslam dışı kültürlerden eserleri Arapçaya çevirtmesiyle İslam aleminin altın çağı yaşamasında büyük etkisi olmuştur. Ne kadar Arap hükümdarlığı altında gerçekleşen bu faaliyetler olsa da bu sadece Arapları değil, bu bilgiler ışığında yetişen büyük âlimler sayesinde tüm Doğu ve ileride Batı’yı da etkisi altında alacaktır.

Halife, girdiği savaşların neticesinde Abbasi ordusuna yenik düşen düşmanlarından savaş tazminatı olarak sadece altın değil, aynı zamanda ülkelerinde bulunan değerli yazılı eserleri de istiyordu. Halife, dünyanın bütün kitaplarını tek bir çatı altında toplayıp onları Arapçaya çevirmek gibi muhteşem bir hayalin peşindeydi. Bu hayal sayesinde Abbasi İmparatorluğu’ndaki bilginler de bu kaynaklardan yararlanabilecekti.

Bu çevirilerin hızlanmasını sağlayan kırılma noktalarından biri Arapların Çinli esirlerden kağıt yapmayı ve kullanmayı öğrenmesi oldu. Kağıt, daha önce kullanılan papirüs ve parşömenden daha ucuz bir materyaldi. Artık 9. Yüzyıl Bağdat’ı medeniyetin beşiği haline gelmiş ve burası Arap ve Fars filozofların akın akın geldiği muhteşem bir merkez olmuştu.

Doğa bilimlerine de ilgi duyan Memun, Müslüman bilginlerin Antik Çağ’dan beri aktarılan astronomi bilgilerinin doğruluğunu araştırabilmeleri için gözlemevleri kurdu. Bilimler tarihindeki ilk gözlemevleri 10. yüzyılın başında Bağdat ve Şam’da kuruldu. Halife, astronom ve matematikçilerden Ekvator’un uzunluğunu ölçmelerini istemişti ve bu alanda da çalışmalar azimli bir şekilde gerçekleştirilmişti.

Memun tarafından Bilgelik Evi’ne davet edilen El Kindi,  Platon, Aristoteles ve Plotinus’un görüşlerini kendi felsefesinde sentezlemiştir. İlk İslam filozofu olan ve Avrupa’da “Alkindus” olarak bilinen El Kindi (801? – 866?), Memun’un vefatının ardından kendisini hazmedemeyen birtakım kişilerin bir sonraki halifeyi kendisine karşı kışkırtmasıyla Bilgelik Evi’nden atılmıştır. Fakat onun düşüncelerini yaşatan Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd Avrupa’nın aydınlanmasında rol oynayan filozoflar olacaktı.

Bilgelik Evi’nde yer almış bir diğer filozof El-Harezmi’dir. Bağdat’ta ileri bilim gelişmelerini öğrenen Harezmi, ilmi konulardaki çalışmalarını gerçekleştirmek için Bağdat’a yerleşir. Memun ona Eski Mısır, Mezopotamya, Yunan  ve Eski Hint medeniyetlerine ait eserlerle geliştirdiği Bağdat Saray Kütüphanesi idaresinde görev verir. Fars kökenli filozofun  El’Kitab’ül-Muhtasar fi Hısab’il Cebri ve’l-Mukabele (Cebir ve Denklem Hesabı Üzerine Özet Kitap) adlı eserinden çıkma “cebir” sözcüğü tüm dünyaca kullanılmaktadır. Ayrıca Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Bace, Ebubekir Zekeriya Razi, İbn_i Tufeyl, İbn-i Rüşd gibi düşünce tarihinde saygıyla anılan isimler de Beyt’ül Hikmet’te yetişmiştir.

KARANLIK ÇAĞ

Moğol İstilası ve Haçlı Seferleri’nin etkileriyle Doğu’da kitap okuyup felsefe yapan insanlar yerine sorgulamadan inanan ve bu inanç uğruna her safta savaşabilecek insan ihtiyacı artmıştır. Bu yüzden eğitim sistemibu ihtiyaç doğrultusunda değişmiş, dolayısıyla İslam Dünyası’nın bilimsel gelişmeleri engellenmiştir. Böylece İslam’ın ve Bağdat’ın bu altın çağı da geri alınamaz biçimde kapanmıştır.

Abbasilerin bilim merkezi olan Bağdat’ 13. Yüzyılda ele geçiren İlhanlı Devleti Hanı Hülagü, kütüphanelerdeki kitapları Dicle Nehri’ne döktürmüştür. Ancak aydınlanmanın aksamasının tek sebebi bu değildir. İslam Dünyası’nda filozoflar bile tanrı odaklı düşünceden senelerce kurtulamamış, felsefe ve felsefi bilimlerle ilgilenmeni dinen meşru olup olmadığını tartışmıştır. El Kindi, İhvan-ı Safa, Amiri, Farabi gibi bilginler ve hatta İslam felsefesinin başlangıcından 300 yıl sonra yaşayan İbn-i Rüşd için bile tartışma konusu olmuştur. Kelamcı, hadisçi ve fıkıhçılar tarafından konuşulan bu dinsel meşruluk, Gazali’ye Tehâfütü‘l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) adlı kitabı kaleme aldırmıştır.

İslam Dünyası’ndaki aydınlanmanın önündeki bir diğer engel ise aşılmazlık duygusu ve her şeyin çözüldüğü fikridir. İbn-i Sina felsefede aşılmazlığı, Gazali ise teolojide aşılmazlığı simgelemektedir. “Daha iyisini yapamayacağız, öyleyse hiç bu araştırmalara girişmeyelim.” Mantığı da aydınlanmada gerilemeye yol açmıştır. Aydınlanmanın gerilemesinde rol alan bir diğer etken de hoşgörüsüzlük ve dinsizlik suçlamalarıdır. Orta çağlarda bir tartışma ve çekişme konusu olan bu tutum, Sünni kesimde teolojik açıdan egemenliğini hissettirmiş ve görüşlerini halka benimsetmiş Gazali’yle birlikte zirveye ulaşır. Filozofları dinsizlikle suçlaması ve bilimin, felsefenin dinsizliğe yol açtığını belirtmesi bu konuda büyük etkiye sahiptir. Dizsizlikle suçlanmanın ve hoşgörüsüzlüğün bedelini canıyla ödeyen İslam bilginlerinin kütüphaneleri yakılmış ve kendileri zindanlara atılmıştır. Aynı tutum ve görüşler gelenekçi çevrelerde hala devam etmektedir.

Netice itibariyle Harun Reşid zamanında temelleri atılan El Memun zamanında tam olarak altın çağını yaşayan Bağdat ve bölgesi, Halifenin vefatı, zaman içinde gerçekleşen savaşlar, çekişmeler, dini etkilediği yönündeki düşüncelerden dolayı çıkan kargaşalar vb sebeplerden dolayı dünyanın ve özellikle Doğunun parlayan yıldızı, medeniyet beşiği Bağdat parıltısını, bilimini, ilmini ve ihtişamını kaybetti. Bu kaybediş sıradan bir kaybediş olmadı, öyle ki o günden bugüne doğu coğrafyasında cehaletin karanlığı hüküm sürdü. Doğunun o parlayan yıldız özelliği savaşlar ve göçlerle önce Endülüs oradan Avrupa’ya yayılarak Avrupayı karanlık çağdan kurtardı bunu rönesans ve reform hareketleri izledi. İlim ve bilme sıkı sıkıya tutunan Avrupa ve diğer ülkelerin teknolojik olarak geldikleri noktanın temelini oluşturan en önemli faktör belki de Beyt’ül-Hikmet idi.

 

Kaynakça:

Eksi Sözlük

Uludağ Sözlük

TDV İslam Ansiklopedisi

Wikipedia

Türk Bilmi

Tags: