Geçenlerde bir AB Denetim Heyeti ve Bakanlık yetkilileriyle 10 günlük bir ülke turuna çıktık. Bakanlığın il ve ilçe teşkilatının işleyişi, yine Bakanlığa bağlı birimlerin işletmelerde ne gibi denetimler yaptıkları, AB ülkelerine ihracat yapan işletmelerde ürünlerin AB mevzuatına uygun şekilde hazırlanıp hazırlanmadığı, tüm prosesleri, lojistik zincir ve daha birçok alanda saha denetimi yapıldı. Ben de AB teftiş heyeti ile Bakanlık yetkilileri arasında, ayrıca AB Heyeti ile ziyaretlerine gidilen işletmelerdeki yetkililer arasında sözlü çeviri yaptım.
Önce Bakanlıkta açılış toplantısı yaptık, toplantıya yine son dakika acil çağrıldım. Telefondaki telaşlı sesin söylediğine göre; konu ve durum çok acildi. Şaşırdık mı? Hayır.
Ben evde (söylemesi ayıp) pijamaylayım, AB heyeti havaalanından Bakanlığa geçiyor. Durum bu. Hiçbir şeyden haberim yok. Ne konuyu biliyorum, ne terminolojisini, ne katılımcıları ne de 10 gün boyunca Türkiye’de nerelere, nasıl, kiminle gideceğimiz hakkında henüz en ufak bir fikrim yok.
Açılış toplantısı, Bakanlığın ilgili daire başkanları ve teknik personelinin katılımlarıyla gerçekleşti. Ayrıca Dışişleri Bakanlığı’ndan ve AB Bakanlığı’ndan da gözlemciler vardı. Her birim, kendi alanında bir sunum yaptı. Hepsi teknik ve bir dolu mevzuat, biyoloji, kimya, laboratuvar test metotları, bakteriler, mikroplar, ilaçlar, endikasyonlar, teşhisler, teknoloji, grafikler, rakamlar… Ben bu esnada, çok teknik kelimeleri sorarak öğreniyorum, bir dahaki sefere ve her seferinde sormamak için de iki dilde not alıyorum. O sözcük her geçtiğinde, ilgiliden sufle almak, tercümanı “iki kelimeyi öğrenemeyen, aklında tutamayan aptal“ yerine koyar. Sürdürülebilir bir şey değil. Tıpkı bir zanaatkârın/sanarkârın geçirdiği evrim gibi, tercüman da bir toplantı esnasında “çıraklık, olgunluk ve ustalık” dönemlerini yaşıyor. İlk girdiğinizde hiçbir şey bilmiyorsunuz ve bir oryantasyon süreci oluyor, sonra konuyu kavrıyorsunuz, daha sonra işin ustalık yani rahat kısmı başlıyor ve artık “sanat için sanat” daha doğrusu “uluslararası ilişkiler için çeviri” yapıyorsunuz. Diplomasiye, kültür siyaset ve ekonomi elçiliğine soyunuyorsunuz.
Toplantıyı bitirdik, dediler ki “Hadi, Bodrum’a uçuyoruz. Oradan İzmir’e ve ilçelerine geçeceğiz, oradan Samsun’a uçacağız, oradan araçla Trabzon’a, oradan da uçakla İstanbul’a, kapanış toplantısını yapmaya”. Haydaaa… AB heyeti ve bakanlık yetkilileri havalimanına, ben resmi araçla eve, 10 günlük valiz toplamaya. Dalgıç gözlüğü ve şnorkel dahil, evde ne varsa kocaman bir valize doldurdum. Sanki Kaptan Marcel Cousteau ile Arktik keşif gemisi, baba “Jacque” yadigarı “Calypso” gemisine binip, su altında Nat-Geo’ya belgesel çekeceğiz.
Bodrum’a gece indik. Ertesi gün toplantı üstüne toplantı, toplantı üstüne toplantı… Önce İl Müdürlüğü, sonra İlçe Müdürlüğü, sonra denize açıldık, açıklarda bulunan tesiste tetkik yaptık, rüzgarı ve deniz havasını yiyip sesimizin kısılmasına yol açtıktan sonra, nihayet karaya çıktık. Ürün işleme tesisinde NASA araştırma ekibi gibi cerrah kıyafetlerini giyinerek, hijyenik işletmenin tamamını gezerek, tüm ürün işleme prosesi hakkında bilgi aldık, ölçümler yaptık ve detaylı tetkik yaptık. Akşama da Bakanlık İl Müdürü’nün protokol yemeğine katıldık. Herkes yemek yerken, ben her lafa girenin söylediğini AB heyet üyelerine tercüme etmek durumundaydım. Tabii AB Heyet üyelerinin diplomatik cevaplarını da bizimkilere. Anlaşılan bu iş, günde 14 saat mesai isteyen bir iş olacaktı (Sabah 08:30, akşam 22-23, yemek ve milletin anıları, fıkraları ne zaman biterse artık).
Bu arada, bizimkilerden şunu öğrendim: Daha önce bu iş, iki tercüman tarafından yapılmış ve tercümanlar ilk günden sonra 9 gün boyunca, ayrı masalara oturup yemek yemişler, bu protokol yemeklerini mesaiden saymamışlar, katılmamışlar ve saat 5’te resmi mesai, yani kurum toplantıları bitince yalnız kalmayı tercih etmişler. Ben ise, tüm gün farklı mekanlarda toplantıları tek başıma çevirdim, akşam da yemekte Temel fıkrası ve deniz börülcesinin çevirisini yaptım. O kadar çok şey öğrendim, o kadar keyif aldım ki…
Ertesi gün, yine toplantı üstüne toplantı. Bu toplantılar ve burada konuşulanlar, yani akış, artık belli bir rutine bindi. Şöyle ki:

  1. GİRİŞ: AB Heyetinin kendini tanıttığı açılış konuşması
  2. AMAÇ: Heyetin neyi denetlemek için geldiği, yani misyonu
  3. KAPSAM ve PROGRAM: Önce ofis ziyareti ve sunum, sonra fabrika (işletme) ziyareti
  4. OFİSTE BİRLEŞME: Fabrika sonrası tekrar ofiste toplantı moduna geçme
  5. KAPANIŞ KONUŞMASI ve TEŞEKKÜR: Heyet gördüklerini diplomatik bir dille özetler, tüm emeği geçenlere teşekkür eder ve veda eder.
    Şimdi baktım, her toplantıda aynı şeyleri anlatıyoruz, bu iş herkes için, özellikle benim için yorucu olacak. 10 gün boyunca günde 6-8 toplantı. Bir de akşam yemekleri. Buna bir çözüm bulalım. Zaten heyet ağzını açınca, ben hangi konuyu anlatacaklarını ağızlarından almaya başlamıştım, onlar da “Sen konuyu biliyorsun, bizi tanıtır mısın?”, daha sonra, “Amacımızı biliyorsun, anlatır mısın?”, “Programımızı ve akışı lütfen anlatır mısın?” demeye başlamışlardı bile.
    Çözüm olarak ben kendilerine bu konuları yukarıda aktardığım gibi numaralandırarak zaman kazanacağımızı ve kendilerinin daha az yorulacağını söyledim. Onlar da başlıkları inceleyip, “Mantıklı, biz zaten sürekli aynı şeyleri anlatıyoruz, her gittiğimiz yerde karşı taraftaki katılımcılar değişiyor, bunu uygulayalım” dediler. “Değişik bir şey aktarmak istersek, aktarırız zaten” dediler.
    Bundan sonra girdiğimiz toplantılarda artık sadece rakam söylediler, ben de o konuyu aktardım. Kullandığım yabancı sözcüklerden ve her dilde aynı olan terminolojiyi duyunca, onlar da neden bahsedildiğini, şu an neyi aktardığımı rahatlıkla anlıyorlardı. Örneğin “organoleptik kontrol, laboratuvar test metodu, prevalens/insidans/morbidite (Hastalık görülme oranı/sıklığı), mortalite (ölüm oranı), epidemiyolojik (salgınlarla ilgili), proses (üretim aşamaları), lojistik, vs.
    Toplantıyı bitirecekleri ve artık müsaade isteyecekleri zaman, “Başka soru yoksa, artık 5 numaraya geçebiliriz” diyorlardı bana. Ben de heyetin herkese emeklerinden dolayı teşekkür ettiğini belirtiyor, onlar adına müsaade istiyordum ve zengin kalkışıyla kalkıyorduk. Artık bir şemamız, bir şablonumuz vardı. Hem onlar her cümleyi ve konuyu bana çevirmem için her toplantıda anlatmak zorunda kalmıyorlardı, ben de her seferinde aynı teraneyi sil baştan ilk kez duyuyormuş gibi yaparak, önce dinleyip sonra çevirmek zorunda kalmıyordum. Herkes memnundu ve normalde 1,5-2 saat süren toplantılar, 45 dakika, maksimum bir saate inmişti. Bu numara, bir tek akşam yemeklerinde sökmüyordu. Orada yine manuel, yani direk dinleme ve çevirme yapmaya devam ediyordum.
    Sonuç itibarıyla, çok fazla uzman katılımı olan, çok şey öğrendiğim, harika bir görevdi. AB heyeti, sahada gördükleri ve Bakanlık teşkilatının işleyişi hakkında son derece olumlu bir intiba edindi. İstanbul’da yapılan kapanış toplantısında, 1, 2 ve 5 numaralı konuları numarayla aktardım; yani AB Heyeti’ni yerli katılımcılarla tanıştırdım(1), Türkiye’ye geliş amaçlarını ve neyi nasıl denetlediklerini aktardım(2). Geri kalan zamanda AB Heyeti, bulgularını aktardı. Çok olumlu bir rapor yazacaklarını aktardılar ve nitekim öyle oldu (Rapor, AB resmi gazetesinde/sayfasında yayınlandı ve ülke olarak tam not aldık). 5 numarayla veda ettik, aile fotoğrafı çektirdik, karşılıklı plaketler ve hediyeler takdim edildi. İki taraf da, ayrı ayrı, söz aldıklarında, tercümanı, yani ben denizi, yalnız başıma 10 gün boyunca farklı şehirlerde ve ortamlarda bu işi yürüttüğüm için, terminolojiyi hemen çözüp kullanmaya başladığım için, gece yarılarına kadar emeklerimi esirgemediğim için, aktif olarak toplantılara ve akışa yön verdiğim için, bana da teşekkür ettiler, hediyeler verdiler ve beni de (h)onore ettiler.
    Kıssadan hisse: İşi kolaylaştırmak için mantıklı bir yönteminiz varsa, bunu çekinmeden aktarın. Kabul görürse ve başarıyla uygulanabilirse, her konuda tasarruf edilir ve iki taraf da karlı çıkar. Zaten konsantrasyon ve saatlerce ciddiyet isteyen bu tip bürokratik işlerde bu “shortcut”lar, yani “kestirmeler/kısayollar” çok işe yarayabiliyor.

Herkese Sevgiler.

Çeviriyle kalın.

Sayın Aktan Aydoğmuş’a bu güzel yazısını bizlerle paylaştığı ve katkı sağladığı için teşekkür ediyoruz.

Tags: