Dil, dünya tarihinin miladı sayılan yazılı ve sözlü iletişim biçimidir. Dillerin 100.000 yıldan daha eski bir zaman diliminde var olduğu sanılmaktadır ve fakat yazının icadının geç gerçekleşmesi sözlü çeviri tarihinin daha eskiye dayanmasına vesile olmuştur. Zamanın eski ama dilin henüz erken olduğu dönemlerde çevirmenin rolü oldukça kıymetli ve çevirmen aşırı saygın bir kişilik olarak görülür idi.

Dillerin oluşumuyla ilgili rivayete göre meşhur Babil Kulesi’nin tamamlanamaması için tanrı tarafından insanların ortak dili karıştırıldı ve ortaya bugünkü dillerin temelini oluşturan dil aileleri çıktı. Zamanla dil aileleri büyüdü ve dünya dilleri oluşmuş oldu. Anonim bir grubun yaptığı araştırmaya göre dünyada kullanıldığı tahmin edilen ama henüz keşfedilmemiş (tespit edilmemiş) dillerin olduğu söylenmektedir. Ve bu durum ortaya yazılı ve sözlü tercümenin çıkmasına, mütercim tercümanlık mesleğinin doğmasına zemin hazırlamıştır.

Dil ve Kültür arasındaki ilişkinin bağı nedir? Dili kültür mü oluşturur yoksa kültürü dil mi oluşturur?

“Dil, hem bütün insan nüfusları için ortak bir yetenek, hem de kültür topluluklarını birbirinden ayıran farklılaşmış bir uygulamadır. Kültür ise, insanın toplumsal çevreye genel uyarlanma yöntemi olduğu kadar, aynı zamanda topluluktan topluluğa farklılaşma gösteren bir yaşam ve düşünce tarzıdır.

Whorf Hipotezi en ödünsüz biçimiyle şu görüşü savunur:

-Kültürü, düşünceyi, kişilerin dünya görüşünü biçimlendiren, koşullandıran, yönetimi ve denetimi altında tutan, DİLİN YAPISIDIR.-    

Ona göre gerçeklerin algılanmasında dil bir süzgeç görevindedir. Fakat Humboldt,

– Toplumu dilinde görür, dilinde anlarız. Bir toplumun dili o toplumun ruhu, ruhu ise dilidir. Bu derece özdeş olan başka iki şey düşünmek gerçekten zordur.-  

diyerek dil ve kültürün arasında özdeşlik bulunduğunu savunur.”

İlk çeviri kuramcıları Cicero ve Horace’dir. Cicero çevirilerini okura göre yaparak erek odaklı çeviri kuramını, Horace ise metinleri kelimesi kelimesine çevirerek kaynak odaklı çeviri kuramını ortaya sürmüştür.

Buradan da anlaşılacağı üzere bu sorulara verecek net bir cevap olmayacağı gibi birçok fikir ve birçok taraf olacaktır. Her şey bir kenara genel olarak doğru kabul edilebilecek bir şey varsa da o kültürün dilin yapısına etkisi olduğudur. Bu çelişki tıpkı “Sanat toplum için mi yoksa sanat sanat için midir?” sorusu gibi her gün farklı noktada ikna edici fikirlerle gün yüzüne çıkabilecek bir konudur. Bu konudaki tartışmalara uzun süre net bir nokta koyulamayacak gibi gözükmektedir.

Kültürlerarası bağı kuran ve farklı kültürden milletlerin birbiriyle anlaşmasını, ticaret yapmasını, duygu paylaşmasını sağlayan çevirmenlerin dünden bugüne rolü nasıldı?

Çevirmenin her şeyden önce kendi dilini çok iyi bilmesi gerekir. Kaynak metni ne kadar iyi anlarsa anlasın onu kendi diline aktaramadığı sürece hiç bir anlamı yoktur.

Anamur (2006: 38)’a göre, çevirmen  çıkış ve varış dillerini çok iyi bilmenin yanı sıra çıkış ve varış bağlamlarının tarihsel, toplumsal, siyasal, ekinsel, yazınsal, sanatsal vb. özelliklerini özümsemiş olmak; kavrama, algılama, özümseme ve değerlendirme yetilerine üst düzeyde sahip olmak zorundadır. Başka bir deyişle, çevirmenlik mesleği doğru algılama, doğru aktarım, doğru anlatım temeli üzerine kurulmuştur. Bunu gerçekleştirebilmek için çevirmenin alanında uzman olması, sözlü ya da yazılı söylemin anlamını yorumladıktan sonra eşdeğerli olarak yeniden oluşturması ve sorumluluklarının bilincinde olması zorunludur.

 

“Hangi  alanda gerçekleşirse gerçekleşsin çevirinin merkezinde insan vardır. Çeviri bir insan tarafından diğer insanlar için yapılmaktadır. Çeviri eylemini gerçekleştiren insan olarak çevirmen, belirli bir kültür/ toplumun parçasıdır. Dolayısıyla merkezinde insan olan çeviri de insanı büsbütün çevrelemiş olan kültür içerisinde gerçekleşmektedir. Toplumun bir parçası olarak çevirmen, kültür toplumun yapısını, normlarını, beklentilerini veya ihtiyaçlarını iyi bilir. Bu bilgisi ve kültür içerisinde geliştirdiği yetileri ile iş birliği sonucu çeviri eylemini gerçekleştirir.

Ülken’e göre, birbirlerinden ayrı gibi görünen medeniyetlerin oluşmasına sebep olup zemin hazırlayan bu büyük uyanışlar, gerçekte devingen bir şekilde ilerleyen insanoğlunun kendini buluşu ve art niyetlerden sıyrılarak sürekli bir “bilinçlilik” hâli ile birbirine bağlıdır. Bu sürekli bilinçliliği sağlayan ise özellikle “çeviridir”.

Erek kültür/toplumunda çeviri bir nevi ele geçirme aracı olarak görülebilir. Hatta bu konuda Stolze, Steiner’in çeviriyi bir işgal etme hamlesi olarak gördüğünü ve çevirmeni de bir fatih olarak tanımladığını bildirir. Steiner’e göre çevirmen yaptığı yazın çevirisiyle, yabancı bir anlamı esir olarak erek kültüre yani kendi memleketine getirir. Esir alınan bu yabancı anlam erek kültür/toplumunda iki şekilde etkili olur. Bunlardan birincisi, çevirmen üzerindeki etkisiyken ikincisi erek dil ve kültür üzerindeki etkisidir (Stolze, 2013: 165). Çevirinin, erek kültürdeki etkisi öncelikle kendi dizgesinde kendini göstermektedir. Dolayısıyla çeviri öncelikle erek yazın üzerinde etkin olacak ve erek okur kitlesi aracılığıyla, erek toplumu etkilemeye bağlamaktadır.

Stolze’ye göre, çeviriler, erek kültürel yazına yeni fikirler, yazınsal biçim ve tasarımlar, türler taşırlar. Bu erek kültürün yazınsal repertuvarının güçlenmesine yol açar.

Görüldüğü üzere çevirmenin eylemi sonucu gerçekleşen çeviriler, kaynak kültürden erek kültüre yeni düşünceler getirmekte, öncelikle erek yazın ve dizgesinin normlarını, çevirmenlerini, okurlarını etkilemektedirler. Daha sonra bu etkileme aşaması, erek yazın yazarları ve erek okur grupları yani diakültürler üzerinden erek toplumun geneline düşünsel ve eylemsel bağlamda yayılmaktadır.

Farklı alanlar ve farklı dizgelerin okurları olan bu kitleler, çeviriler ve çevirinin getirdiği yabancı unsurlar aracılığıyla etkilenmeye ve değişmeye başlarlar.

Yücel, çevirinin, erek okuru etkilemesi sonucu, yazın çoğul dizgeyi değiştirdiğine vurgu yapar. Yücel’e göre çeviri, sadece erek okurun beklentilerini ve tercihlerini yönlendirmekle kalmaz. Ona göre çeviri, erek okuru etkileyerek, erek kültürün sosyal yapısının dinamiklerine karışır ve asıl önemli olan da budur. Buradan çıkarılacak sonuç çok açıktır. Çeviri aracılığıyla erek yazın dizgesinde bağlayan beklenti, içinde bulunulan ihtiyaca göre, değişimin yönünü ve etkisini belirlemektedir.

Çevirmenin beklentileri, kararları bu başlangıç aşamasında en az erek toplumunkiler kadar önemlidir. Göreceli olmakla beraber çevirmenin  beklentileri sonucu alacağı kararların önemi bu aşamada önemli görülmelidir. Çünkü çevirmen erek toplum/kültürün bir parçası, birey olarak onu her katmanıyla, ihtiyaçlarıyla,  beklentileriyle, içerisinde üstlendiği roller, ait olduğu gruplar sayesinde çok iyi tanır. Bir zanaatkâr gibi, elindeki malzemeyi bilmekte, nasıl şekil verebileceğini, direncini, nasıl işlemesi gerektiğini çok iyi bilmektedir.

 Çevirileri ve çevirmeni sosyalin kendisini şekillendirici bir unsur olarak görmek gerekir. İster bireyler üzerinde olsun isterse toplumun grupları üzerinde olsun çevirmenin eylemiyle erek kültür/toplumuna etki ettiği ortadadır. Tarihsel süreçte, çevirinin, erek kültür/toplumsal yapıya etkisi herkesçe kabul edilmektedir. Birçok çalışmada ortaya konmuş, tarihsel süreçte bilinen birçok kültürel ve toplumsal yapı değişikliği, çevirilerin neden olduğu farklı alanlardaki kitlesel hareketler sonucu gerçekleşmiştir. Bunlara insanlık tarihi boyunca, her dönem ve çağda rastlamak mümkündür. Kültürel yakınlaşmalar, dinlerin yayılma süreçleri, büyük askeri olaylar, felsefi akımlar, bilimsel gelişmeler ve etkilenmelerde çevirinin küçük veya büyük katkısı ve etkisi olduğu herkesin malumudur.”

Dilin yeni doğmuş bir bebek gibi hür ama yürüyüşlerinin acemice olduğu dönemlerde zemini atılmış olan mütercim tercümanlığın gelişimi ve değişimi gözle görülür derecede kendini belli etmektedir.

Yukarıda bahsi geçtiği gibi eski dönemlerde çevirmenler oldukça saygın ve özel kişiliklerdi.  Roma İmparatorluğu’nda paralı askerlerin yönetiminde –askerler farklı kökenli oldukları için- çevirmenler oluyordu. Afrika toplumlarında, çevirmenler akıllı adam olarak adlandırılıyordu. Akıllı olmanın ırsi olduğuna inanıldığı için, çevirmenlik babadan oğla geçiyordu. Orta Çağ’da ise çevirmenler, tacirlerin yanında yer alıyordu.

Çok dilliliğin egemen olduğu Mezopotamya’da çevirmenler oldukça kıymetli idi çünkü o dönemin barışını da savaşını da ticaretini de sağlayan kişiler çevirmenler idi ve o dönemler din adamlarının önemi oldukça önemli idi. Kralın yanında yer alan din adamının hemen yanında her zaman yeri var olan çevirmen gün geçtikçe büyüsünü kaybetti. Yerini “O kadar para verme canım Almanya’da akrabam var o yapıverir sana ne olacak sanki aynı şey değil mi?” cümlesine bıraktı. Günümüzde çevirmene yaklaşım maalesef bu yöne kaymış durumda. Oysa ki İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş döneminde yanlış çeviriler (ya da devletlerin işine öyle gelmesi) neticesinde milyonlarca sivil hayatını kaybetti. Örneğin Hiroşima’da çevirmenin yanlış çevirmesi Japonya’nın nükleer bomba felaketini yaşamasına neden oldu.

Şu an çevirmenlerin çekmekte olduğu sıkıntılar sektörde yer alan hemen herkesin malumu. Yıllardır süren çabalar yavaş yavaş meyvesini vermeye başlıyor ve çevirmen tekrar toplumdaki yerini geri kazanmaya başlıyor. Bu durum gerçekte ne kadar sürede tamamlanacağı tam bir muamma olmasa da çevirmenler, çevirmen adayları bunun için çabaladığı sektör içinde yer alan kan emicilere pirim vermediği sürece güzel ve güneşli günlerin çok uzak olmayacağı da ay ışığının denize düşen yansıması kadar duru, parlak ve muazzam bir güzellikte bizlere yansımaktadır. Çevirmenliğin bu engin dil ve kültür denizinde alacağı yolun gelecekte nasıl olacağını durmadan araştırıp aktaracağız.

Ufak Tefek Ama Büyük Bilgiler

  1. 830 yılında Bağdat’ta kurulan Beyt-ül Hikmet (Bilgelik Evi) Kütüphanesi tarihteki ilk çeviri bürosu olarak anılır. Burada İslam dışı kültürlerin metinleri Arapçaya çevriliyordu. 
  2. Orta Çağ’da İspanyollar tarafından Toledo Okulu kurulmuş, burada Arapça metinler çevirmenler tarafından Latinceye ve İspanyolcaya çevrilmiştir.
  3. Martin Luther, İncil’i Almancaya alışılagelmişin dışında –halkın kullandığı dili kullanarak- çevirdi ve erek okur odaklı çeviri anlayışı daha yaygın bir hal kazandı.
  4. Yazılı çevirinin ilk örneklerine Sümerlere ait resmi antlaşma metinlerinde rastlanmıştır. Mısır yazıtlarında da yabancıların mahkemede vermiş oldukları ifadelerin Mısır diline çevrildiği görülmüştür. Eski Mısır’da kölelerden, devlet adamlarından kısaca farklı statüden insanlar çift dile de hakim ise çevirmen olarak kabul görüp mühim mevkilerde kullanılırdı. Bu da o dönemde rahiplerden sonra çevirmenlerin geldiği, yani hatırı sayılır konumda oldukları tezini güçlendirmektedir.
  5. Yunan Livius Andronicus, tarihte kayıtlara geçmiş ilk çevirmendir. Odissea Destanı’nı Latinceye çevirmiştir.


Kaynakça

Tags: