Türkiye’de çeviri denilince akıllara ilk olarak bir çeviri robotu olan Google Çeviri gelir. 2006 yılında bir istatistiksel makine çevirisi olarak ortaya çıkan Google Çeviri robotu, ilk zamanlarında her metni önce İngilizceye sonrasında da hedef dile çevirebiliyordu. Zaman içinde geliştirilen Google Çeviri robotu nöral makine çevirisi denen bir sisteme geçti. Bu sistemde ise makine yapay sinir ağlarını kullanarak kelimelerin sekanslarını tahmin edip bütün bir cümleyi kurgulamaya başladı. Bir robotun bu işlemi gerçekleştirebilmesi bazen büyüleyici olarak algılansa da her şeyin karmaşıklaştığı, bulanıklaştığı bir devirde güvenilirliğinin, doğruluğunun da sorgulanması gerekir.

Çeviri ve çevirinin tarihine baktığımızda çeviri işinin sadece bir metinle, dille, kelimelerle sınırlandırılmaması gerektiğini görmekteyiz. Elbette her sektöre olduğu gibi dijital çağ, çeviri sektörüne de el atmıştır. Şu anda içinizden “Keman çalan robot varsa, çeviri yapan robot da olabilir canım, bunda ne gibi bir sorun var?” dediğinizi duyar gibiyim, bunun cevabını aslında bütün metin içinde sizlere çeviri alanında yapılan çalışmalarla, kuramlarla birlikte açıklamaya çalışacağım ama şöyle küçük bir açıklık getirmek istiyorum: Keman çalan bir robot, eseri armoni yapısına göre renklendirebiliyor mu, dönemi yansıtabiliyor mu? Bir eserin farklı yorumlarını gerçekleştirebiliyor mu? Bir çeviri işini de böyle düşünmenizi rica ediyorum.

Metni “Çeviri nedir?” gibi bir soruyla ilerletmek yerine ben direkt çeviri çalışmalarına odaklanıp bu konuya daha objektif bakmanızı sağlamaya çalışacağım. Çeviri çalışmaları ilk olarak eğitim alanında karşımıza çıkıyor. Çeviri çalışmalarının öncülerinden olan Jiři Levy ve Popovič 1970’lerde çevirinin özünün düşünsel ve estetik değerler taşıyan, aynı zamanda da kesin fikirlerle bezenmiş bir kavram olduğunu söylemişler. Bu fikirlerin de iki dilin, iki yazarın arasındaki farklılıklarla belirlenmiş olduğunu ve iki farklı edebi oluşum olduğunu dile getirmişler. Popovič eserlerinde çevirmenin özgür olması gerektiğini vurgulayıp fakat aynı zamanda çevirmenin yaptığı değişikliklerin sadece kaynak metnin anlaşılmasına yönelik yapılıyorsa kabul edilebilir olduğunu söylemiştir. Belçikalı Andre Joseph Lefevre de bu düşüncenin biraz zıttı bir fikir öne atmış, çevirmenin çeviri sürecinde kaynak metinde anlatılanların eşdeğer anlamlarıyla yorumlayabileceğini dile getirmiş. Burada da gördüğümüz gibi çeviride yorumlama kavramı gerçekten çok önemli bir işlev görüyor. Mesela görme yetisini kaybetmiş bir kişiye kırmızıyı anlatmanız için farklı bir yöntemle ona bu rengi yorumlamanız, farklı şekilde ifade etmeniz gerekli, bu ifadeler de kültürden kültüre farklılık göstermektedir. Tabii ki o dönemlerde geliştirilen farklı kuramlar da var, mesela bir diğer kuram; Çoğul Dizge Kuramı.                                                                                                 

1920’li yıllarda Rus dilbilimciler Tinyanov, Eyhenbaum ve Şklovki tarafından ortaya konulan Çoğul Dizge Kuramı, 1970’li yıllarda Itamar Even-Zohar tarafından geliştirilmeye başlandı. 1968 hareketleriyle başlayan sorgulamayı eyleme dönüştürmeyi ilke edinen düşünce yapısının aslında çeviriye de sıçramalarının zaman içinde değiştiğini o dönemdeki çeviri metinlerini incelediğimizde görmekteyiz. 1950’lerin sonlarına doğru başlayan dijital çağ 2000’lere doğru dünyayı bir gaz bulutu gibi sardı ve her şey artık iç içe geçmeye başladı. 1990’lı yıllara geldiğimizde ise Itamar Even-Zohar’ın Çoğul Dizge Kuramı’nı yeni bir çerçeve içerisine yerleştirdiğini görmekteyiz. Bu ortaya koyduğu yeni sisteme ise “kültür repertuvarı” adını vermiştir. Dünyada 1980’li yıllardan bu yana yapılan çeşitli araştırmalar çoğul dizge yaklaşımından yararlanarak çeviri olgusunu tarihsel ve toplumsal bir bağlama oturtmayı başarmıştır.

Bu teorilerden bir diğeri ve belki de akademik çeviri alanında kullanılan en önemlisi ise Skopos Teorisi’dir. Yunanca bir sözcük olan “Skopos” amaç anlamına gelmektedir. Bu teoriyi ortaya atan kişi Alman bir çeviribilimci olan Hans Vermeer’dir. Hans Vermeer’e göre çeviri dediğimiz eylem Yunan-Roma antik dönemine kadar uzanır. Vermeer çevirinin işlevini retorik sanatında da gördüğünü söylemektedir. Skopos kelimesinin kökeninden de yola çıkarak anlayacağımız gibi çeviribilimde Skopos Kuramı, çeviri sürecini doğrudan amaca yönelik bir süreç olarak tanımlamaktadır. Yani bu kuramda metin dışındaki göstergelere, kültür bağlamına, çeviri sürecinde çevirmenin amaçladığı genel sonuca, gerek kültürde gerek metnin iletişim açısından ulaşmak istediği amaca, kullanılan çeviri stratejisinin amaçladığı hedeflere bakmak çeviri eyleminin içinde yer alan unsurlardır. Kısacası Vermeer’in tanımına göre çeviri eylemi “erek metin” ile son bulur ve bu erek metin benimsenen amaca göre şekillendirilmiş olan bir metindir. Burada da şekillendirme kavramını görmekteyiz. Kültürlere göre şekillendirme, yapılara göre şekillendirme, teorilere, amaçlara, hizmetlere, insanlara göre şekillendirme…

Nasıl filmler toplumların kaderlerini tarihlerini değiştirebiliyorsa, çeviriler de aslında bu eylemi gerçekleştirebilirler. Bu yüzden bulanıklaşan çevirilerin aslında sadece metni değil tarihleri, zamanları, değerleri de bulanıklaştırdığının farkında olalım.

Günümüzde çeviri eyleminin aracılarla ve yorumcularla anlatılan, tarihin tozlu raflarından çıkmış metinlerle dolup taşan bir dünya içinde gerçekleştiğini düşündüğünüzde her şeyin birbirinin içine girdiğini ve karmaşıklaştığını fark edeceksiniz. Google Çeviri robotu sizce bu bulanıklığı çözebilir mi? Bu sorunun cevabını sizlere bırakıyorum. Günümüzde artık çevirmenler de teknoloji içinde, tarihini unutmuş bir topluma eserler vermeye çalışıyorlar, bu yüzden de aslında çeviri işi gün geçtikçe zorlaşıyor ve bulanıklaşıyor. Son olarak şunu dile getirmek istiyorum, çevirmenler kendilerinin bir tarihçi olduğunu, yaşadıkları toplumu, çağı analiz edip anlamaları gerektiğini ve aslında yorumlayacakları eserlerin de her açıdan incelemesini yapıp, özümsemeleri gerektiğini unutmasınlar. Çeviri aslında bir iş değil bir uğraştır, çeviri bir sanattır.

László Dobossy:
“Çeviri yaratıcı bir etkinliktir, çevirmen de bir yazardır, çevirmen olmak için de tıpkı yazarlıktaki gibi yetenek ve esin gerekir.”

Kaynakça:
Popovic, Anton, “The Concept “Shift of Expression” in Translation Analysis”, in James S. Holmes, Frans de Haan and Anton Popovic (eds.), The Nature of Translation, Essays on the Theory and Practice of Literary Translation, Mouton, The Hagu, Paris/Publishing House of the Slovak Academy of Sciences, Bratislava, 1970.

Vermeer, J. Hans, Çeviride Skopos Kuramı, İş Bankası Kültür Yayınları, 2008. Rifat, Mehmet, Çeviri Seçkisi II, Çeviri(bilim) Nedir?, Sel Yayıncılık, 200.

Tags: