Tiyatro, tarihi oldukça eskiye dayanan canlı performans sanatlarının genel adıdır. Tiyatronun doğuşuna geçmiş çağlarda yapılan dini ritüeller zemin hazırlamıştır. Doğum, ölüm veya taht değişimi gibi olaylar belli bir ritüel ile gerçekleştirilirdi. Lirik, epik, ağıt gibi türlerde kişi veya kişiler bir araya gelerek bir performans sergilerdi. Bunlar sadece doğum, ölüm için değil aynı zamanda doğa olaylarını simgelemek adına da yapılan performanslardır (buradaki performans günümüzdeki anlamıyla değil daha çok “anma” anlamındadır) ve bu performanslar zaman içimde tıpkı diğer şeyler gibi evrimleşerek tiyatroyu oluşturmuştur.

Avrupa’da İ.Ö 40-10 bin yıl önceye (Paleolitik Çağ) ait mağra resimlerinde insanların ellerine ve yüzlerine hayvan postları geçirilmiş ritmik hareketler yapıldığı görülmektedir. Buradaki hayvan postları kıyafet ve maske olarak algılandığından tiyatronun ilk örnekleri olarak kabul edilmektedir. Maske, kişinin kendi kimliğini aşarak başka kimlikleri ve daha genel varlık biçimlerini temsil etmesinin en etkin yollarından biri olarak görülür. Tiyatro sözcüğü Yunanca’da “seyirlik yeri” anlamına gelen theatron’dan türetilmiş, dilimize İtalyanca’daki teatro sözcüğünden geçmiştir.

Tiyatronun birçok alanı ve onların da kendi içinde türleri vardır. Yağmur yağdırmak ya da avda başarılı olmak için yapılan törenler, danslar bir düzene ait olduğu için Kurallı oyunun ilk örneği olarak görülmektedir. Türk kültüründe yeri olan Şamanizm de tiyatronun farklı kollarına örnek teşkil eden bir ritüele sahiptir.

En başında her şey daha hamken yapılan bazı ritüellerde canlı canlı insanlar kurban edilirdi. Bu inançları gereği yapılan bir şeydi fakat zaman içinde bu durum sembolikleşti ve zamanla genişleyerek bugün ki halini aldı. Tiyatronun en temel ilkesi kılık değiştirmek olarak nitelendirilmektedir.

Tiyatronun Tarihsel Süreci

İlk örneklerinin Paleolitik Çağ dayandığı düşünülen tiyatronun tarihsel evrim süreci ve bulunduğu çoğrafyaya göre farklılık göstermiş ama özünde her şeyi aynı tutmuştur. Antik Yunan’dan Roma’ya Sanskritçe’den Çin Tiyatrosuna farklı birçok çeşiti vardır.
Atina’nın şehir devleti batı tiyatrosunun başladığı yerdir. Festivaller, dini törenler, siyaset, hukuk, atletizm ve jimnastik, müzik, şiir, düğün törenleri, cenaze törenleri ve sempozyumları içeren klasik Yunanistan’daki tiyatralite ve performansın geniş bir kültürünün parçasıydı. Antik Yunan tiyatrosu, trajedi, komedi ve satyr oyunu olmak üzere üç tür tiyatrodan oluşuyordu.

Burada sergilenen oyunların çoğu trajedi ağırlıklı idi;

Tiyatronun ilk kuramı olan Aristo’ya (384-322) göre Dionysos’u onurlandıran festivallerde tiyatronun eski Yunan’daki kökeni bulunur. Gösteriler, 10,000-20,000 kişi kapasiteli yamaçlara kesilmiş yarı dairesel bir salonda verildi. Sahne, bir dans pistinden (orkestra), soyunma odasından ve sahne yapım alanından (sahne) oluşuyordu. Sözcükler en önemli bölüm olduğundan iyi akustik ve açık teslimat çok önemliydi. Aktörler (her zaman erkekler) temsil ettiği karakterlere uygun maskeler takıyor ve her biri birkaç parça oynuyor olabilir.
Atina trajedisi -en eski trajedi biçimidir- şehir devletinin tiyatro kültürünün önemli bir bölümünü oluşturan dans tiyatrosu türüdür. M.Ö. 6. yüzyılda bir ara ortaya çıktıktan sonra, M.Ö. 5. yüzyılda (Yunan dünyasına yayılmaya başladıktan sonra) çiçek açmış ve Helenistik dönemin başlangıcına kadar popüler olmaya devam etmiştir.
M.Ö. 5. Yüzyılda ve M.Ö. 6. yüzyılda yaşanan trajedi ve binlerce oyunun sadece 32’si hayata geçirildi. Aeschylus, Sophocles ve Euripides’in tam metinleri var. MÖ 5. yüzyılda, Dionysus’ı (şarap ve doğurganlık tanrısı) kutlayan bayramların bir parçası olarak yapılan yarışmalarda (agon) allerjik olarak olsa da, trajedinin kökleri belirsizliğini koruyor. Şair Dionysia’nın yarışmasında (sahneleme festivallerinin en prestijli olanı) yarışmacılar olarak, oyun yazarlarının dört trajedi ve bir trajedi içerdiği bir tetraloji oyun sunmaları gerekiyordu. City Dionysia’daki trajedilerin performansı, MÖ 534 gibi erken bir tarihte başlamış olabilir; Resmi kayıtlarda (didaskaliai) satyr oyununa M.Ö. 501’den başlanmaktadır.
Çoğu Athen trajedisi Yunan mitolojisindeki olayları dramatize ediyor; ancak İran’ın, Salamis Savaşı’nda MÖ 480’de askeri yenilgilerinin haberi üzerine Pers cevabını hazırladığı halde, hayatta kalma dramında dikkate değer bir istisna oluşturuyor. Aeschylus, M.Ö. 472’de City Dionysia’da birincilik ödülü kazandığında 25 yıldan fazla bir süredir trajedi yazıyordu ancak yakın geçmişteki trajik muamelesi hayatta kalmanın en eski drama örneği. 130 yılı aşkın bir süre sonra, filozof Aristo, dramatik teorinin en eski hayatta kalma eseri olan 5. Yüzyıl Atinalı trajedisini analiz etti: Şiirselliği (M.Ö. 335).

Atenik komedi “Eski Komedi”, “Orta Komedi” ve “Yeni Komedi” olmak üzere üç dönemden oluşur. Eski Komedi, bugün Aristophanes’in hayatta kalan on birliği biçiminde kalırken Orta Komedi büyük oranda kaybolur (yalnızca Naucratis’in Athenaeus’u gibi yazarların nispeten kısa fragmanlarında saklanır). Yeni Komedi esas Menander’in önemli papirüs parçalarından biliniyor. Aristo, komediyi, gülünç insanlara, acıya veya felakete neden olmayan bir çeşit gaf veya çirkinliği temsil eden bir temsili olarak tanımladı.

Roma Tiyatrosunda ise ilk kayıtlar M.Ö. 4. yüzyıla ait olduğu kayıtlar altına alınmıştır. Antik Roma tiyatrosu, sokak tiyatrosunun, çıplak dansın ve akrobasinin festival performanslarından Plautus’un geniş çekici durum komedilerinin sahneleneceği, Seneca’nın yüksek stil, sözlü olarak ayrıntılı trajedilerine kadar uzanan gelişen ve farklı bir sanat biçimiydi. Roma, yerli bir gelenek geleneğine sahip olsa da, M.Ö. 3. yüzyılda Roma kültürünün Hellenleşmesi, Roma tiyatrosunda derin ve enerjik bir etkiye sahipti ve sahne için en yüksek kalitede Latin edebiyatının gelişimini teşvik etti. Gerçekten hayatta kalan Roma trajedileri, aslında Roma İmparatorluğundan gelen tek oyun, on drama-dokuz tanesi palilitar – Lucuis Annaeus Seneca’ya, Cordoba doğumlu Stoiç filozofuna ve Nero öğretmenine atfedildi .

Sanskritçe tiyatronun en eski canlı kanıtı MS 1. yüzyıldan kaldığı bilinmektedir. Arkeolojik kanıtların zenginliği, bir tiyatro geleneğinin varlığına dair bir işaret sunmamaktadır. Eski Vedalar (dünyadaki en eski edebiyat örnekleri arasında bulunan M.Ö. 1500-1000 yılları arasındaki ilahiler) hiçbir ipucu içermez (küçük bir sayı da bir diyalog biçimindedir) ve Vedik devirlerinin ritüelleri Tiyatroya dönüşmüş gibi görünüyor. Pakatjali’nin Mahābhāṣya, Sanskritçe tiyatronun tohumlarının olabileceğine en erken atıfta bulunur. M.Ö. 140’dan itibaren gramer üzerine yapılan bu tez, Hindistan’daki tiyatronun başlangıcı için uygun bir tarih önermektedir.

Çin tiyatrosundaki durum ise; Shang Hanedanlığı kadar erken atıflar var; Onlar genellikle mutluluk, mimes ve akrobatik görüntüler içeriyordu. Tang Hanedanı bazen “1000 Eğlencenin Çağı” olarak bilinir. Bu dönemde Ming Huang, başta müzikal olmak üzere bir çeşit drama üretmek için Armut Bahçesi olarak bilinen bir oyunculuk okulunu kurdu. Bu yüzden oyunculara genelde “Armut Bahçesi’nin Çocukları” deniyor. İmparatoriçe Ling hanedanı sırasında, gölge kukla ilk önce Çin’de tanınmış bir tiyatro biçimi olarak ortaya çıktı. Pekinli (kuzey) ve Kanton (güney) olmak üzere iki farklı gölge kuklası şekli vardı. İki stil, kuklaları yapma yöntemi ve kuklalar tarafından yapılan oyun türünün aksine kuklalar üzerindeki çubukların konumlandırılması ile ayırt edildi. Her iki stil de genelde büyük macera ve fantezi tasvir eden oyunlar oynuyordu; nadiren siyasi propaganda için kullanılan çok stilize tiyatro biçimi vardı.

Doğu Tiyatro Gelenekleriyle alakalı kayıtlara bakıldığı zaman; Hint tiyatrosunun ilk formu Sanskrit tiyatrosuydu. Yunan ve Roma tiyatrosunun gelişmesinden sonra ve Asya’nın diğer bölgelerinde tiyatro gelişiminden önce başladı. M.Ö. 2. yüzyıl ile I. yüzyıl arasında bir zamanlar ortaya çıkmış ve 1. yüzyıl ile 10. yüzyıl arasında gelişmiştir. Bu tarih yüzlerce oyunun yazıldığı Hindistan tarihinde göreli barış dönemidir. Kabuki, Nō ve Kyōgen’in Japon formları, 17. yüzyılda gelişti. Ortaçağ İslam dünyasındaki kukla tiyatrosu (el kuklaları, gölge oyunları ve kukla yapımları dahil) ve ta’ziya olarak bilinen canlı tutku oyunları, aktörlerin -Müslüman tarihinin olaylarına katılmayın. Özellikle Şii İslami oyunları, Ali’nin oğulları Hasan bin Ali ve Hüseyin Ali Ali’nin şahitlik ettiği (şehitlik) etrafında dönmüştür. Laik oyunlar, ortaçağ adab edebiyatında kaydedilen Akhraja olarak biliniyordu; kukla ve ta’ziya tiyatrolarından daha az yaygındı.

Çeviri Tarihinde Tiyatro

Yazınsal bir tür olan tiyatronun çeviribilim alanında önemli bir payı vardır. Özellikle sahnelenmek için kaleme alınan bu tür, içerisinde görselişitsel unsurların yanı sıra toplumla karşılıklı bir ilişki içerisinde olma ve didaktik niteliklerinden dolayı kültürel söylemleri de yoğun bir şekilde barındırır. Bundan dolayı çevirmen, çeviri eylemi süresince birtakım sorunlarla karşılaşır çünkü kaynak metnin vermek istediği iletiyi erek metinde aynı olmasa da yakın biçemle, yine aynı veya en yakın etkiyi uyandırarak verebilmelidir.

Bir Yunana oyununu Latinceye çevirerek Yunan tiyatrosunu Roma’ya tanıtan kişi Yunanlı Livius Andronicus’tur. İlk Romalı oyun yazarı olan Naevius, fabula palliata adı verilen türün de kurucusudur. İÖ 2. yüzyılda Roma tiyatrosunun en önemli iki temsilcisi, Plautus ve Terentius, Yunan, Yeni Komedyası’nı, Roma toplumuna uyarladı.

Tanzimat döneminin büyük ustalarından biri olan Ahmet Vefik Paşa, tercüme ve adaptasyon tarzında eserler vermiştir. Moliere’den çevirdiği ve Zor Nikâh, Zoraki Tabip adını verdiği Türkçeye adapte edilmiş eserleriyle büyük başarı sağlamıştır. Ali Bey, Kokana Yatıyor, Misafir-i İstiskal gibi birer perdelik komedileri yanında Moliere’den adapte ettiği Ayyar Hamza ile tiyatroya ve çeviriye katkıda bulunmuştur. Batı tiyatrosunun Türk kültürüne tam anlamıyla aktarılması Tanzimat’ta oluşmuştur. Batı tiyatrosunun, 1839 Tanzimat Fermanı’nın öngördüğü ilkeler doğrultusunda Batıya yönelen Osmanlı toplumuna girişi, geleneksel Türk tiyatrosuna bir yandan bir çok olumlu katkıda bulunurken, bir yandan da onun çağdaş doğrultuda gelişmesini engellemiştir. Batı modeli tiyatronun benimsenmesiyle Türk tiyatrosuna yeni bir yöneliş içine girmiştir. Her şeyden önce tiyatro da yazılı metne geçilmiş, yabancı yazarlardan yapılan çeviri ve uyarlamalar yanında Türk yazarları da oyun yazmaya başlamışlar, böylece Batıya oranla çok geç de olsa bir dram geleneği başlamıştır. Osmanlı Tiyatrosu’nda Namık Kemal, Ahmed Mithat Efendi, Abdülhak Hamid, Recaizade Mahmut Ekrem gibi ünlü şair ve yazarların yapıtları, Ahmed Vefik Paşa’nın usta işi Moliere uyarlamaları, özellikle ünlü Fransız melodram, güldürü ve vodvillerinin çevirileri, kantolar, müzikli oyunlar ve operetler sahnelendi.
Muhsin Ertuğrul 1927’de Darülbedayi’nin başına geçti ve yerliyazarları yüreklendirmesi aynı zamanda izleyiciye sunduğu çağdaş çeviri oyunları ile Türkiye’de tiyatronun çağdaş bir sanata dönüşmesini sağladı.

İngiltere’nin ulusal şairi ve “Avon’un Ozanı” olarak anılan, yaratıcılığı tartışma götürmeyen bir kelime büyücüsü olan William Shakespeare’in Türk tiyatrosuna kazandırılan en muazzam eserlerinden biri “A Mindsummer Night’s Dream” eseridir. Bu eser farklı biçok sanatçımız tarafından “Bir Yaz Gecesi Rüyası” adı altında çevirlmişdir. Fakat Can Yücel’in “Bahar Noktası” ismini verdiği bu çevirisi daha çok ilgi görmüş ve bu haliyle daha çok sergilenmiştir.

Tiyatro diğer sanat türlerine çevirisi oldukça zor olan bir türdür. Kaynak kültürdeki duyguyu erek kültüre aktarabilmek için yoğun bir çaba çok fazla bilgi birikimi gerektirir. Kültürü tanıma ve kültürle iletişime geçme işi ne kadar iyi olursa çevirinin başarılı ve oyunun muazzam olması kaçınılmazdır. Bu yüzden tiyatro sanatçılarımızın ve tiyatro (bir diğer adıyla edebi) çevirmenlerimizin yaptıkları işi Çeviri Blog ailesi olarak yürekten kutluyoruz!

İyi ki varsınız!


Kaynakça

Tags: