Ucu bucağı olmayan çevirmenlik mesleği hakkında konuşacaklarımız her zaman çok, sorularımız daima bol, öğreneceklerimiz hep var. Kendine has bir uzmanlık alanı olan ve farklı bir çevirmenlik anlayışı gerektiren edebiyat çevirmenliği söz konusu olduğundaysa aklımıza takılanlar daha da artıyor. Biz de YÜÇEV’in (Yaşar Üniversitesi Çeviri Topluluğu) düzenlediği “Edebiyat Çevirisi” etkinliğinde ağırladığımız Fantastik Edebiyat Çevirmeni Aslı Dağlı’ya merak ettiklerimizi sorduk ve çeviri sürecinde izlediği yolu birebir ondan dinledik. Özellikle fantastik çeviri edebiyatına kazandırdığı eserlerle bilinen Aslı Dağlı; çevirmenliğe nasıl başladığını, çeviri sürecinde neler yaşadığını ve çeviri sürecinde nasıl kararlar aldığını bizlerle paylaştı. Yazın çevirisine dair fikirlerini de aktaran Aslı Dağlı, gelecek projelerinden de bahsederek sektör hakkındaki görüşlerini dile getirdi. Herkese keyifli okumalar dilerim!

Aslı Dağlı’ya zamanını ayırdığı ve görüşlerini bizlerle paylaştığı için teşekkür ederiz!

1- Öncelikle sıradan olan ama belki de her zaman cevabını farklı şekillerde verdiğiniz bir soruyla başlamak istiyorum. Çeviri sektörüne girişiniz nasıl oldu?

Çeviri sektörüne girişimi şu şekilde anlatabilirim. Ben aslında ODTÜ’de Mimarlık okuyordum. Bir yandan çalışıp bir yandan da okumam icap ediyordu. O dönemde barlarda barmenlik de yaptım, kafelerde garsonluk da. Bir gün bilgisayarcı bir arkadaşım “Anadilin gibi İngilizce biliyorsun ama kafelerde garsonluk yapıyorsun.” dedi. Bana bir tercüme ofisinin bilgisayar sistemini yaptığından bahsetti. Sonra da “Seni oraya götüreyim, onlarla tanıştırayım.” dedi. Ben de teklifini kabul ettim ve tercüme ofisinde yaklaşık 15 dakika ofisin sahibiyle muhabbet ettikten sonra yaklaşık 10 dakika kadar İngilizce konuştuk. Birden A4 kağıtlarından bir tomar çıkardı ve bana ilk çevirimi verdi. Çeviri sektörüne teknik çeviriyle giriş yaptım. Şu an pek çok kişinin bildiği kozmetik birkaç marka Türkiye pazarına girmek istiyormuş, gümrükten geçebilmeleri için de üstündeki etiketlerin Türkçeleştirilmesi gerekiyormuş. Ofis sahibinin verdiği her kağıtta kısacık metinler vardı, toplam 83 sayfaydı. Şu anda maksimum 2 saatte yapacağım işi o zaman bir haftada bitirmiştim. Haliyle o dönemde ne bilgisayar vardı ortada ne de internet. O işten kazandığım para da o zamanın parasıyla 45 liraydı. Türkiye pazarına o dönemde yeni diskler girmişti, ben mimaride okurken USB diskim olmadığı için bilgisayardan bilgisayara aktarım yapamıyordum. O kazandığım parayla da 128 MB USB disk almıştım. Kısacası beklemediğim bir anda çeviri sektörünün içinde bulmuştum kendimi.

2- Çevirisini yaptığınız Carol Gömülmeden kitabını okudum. Kitaptaki dil kullanımınızın sade ve direkt olduğunu gördüm. Dilin edinilen bir şey olduğunu düşünmekteyim, bu yüzden sizlere özellikle benim de oldukça merak ettiğim daha kişisel bir soruyu yöneltmek istiyorum. Türk edebiyatından etkilendiğiniz yazarlar kimler?

Açıkçası belli bir yazardan etkilendiğimi söyleyemem. Yerel edebiyat okumayı pek tercih etmiyorum. Bu konuda hatta cahil bile sayılabilirim. Benim çocukluğumdan beri okuduğum kitaplar hep çeviri edebiyatı oldu. Okuduğum tür de fantastik edebiyat. Lakin sevdiğim belli çevirmenler var ve o çevirmenlerin kitaplarını daha dikkatli bir şekilde okurum. Kitap okurken yanımdan not defterimi ve kalemimi eksik etmem. Not tutarak kitap okurum, “kelime notu” tutarak. Buna örnek verecek olursam “sıdkı sıyrılmak” ifadesi çeviri yaparken aklıma gelmeyebilir fakat okuduğum kitapta yazar kullanmıştır. Dolayısıyla kitap okurken not aldığım için bu ifadeyi notlarıma bakarak çeviri sırasında kendime hatırlatabilirim.

3- Ben sizi Facebook’tan da takip ediyorum, zaten geçen sene YÜÇEV etkinliğimize geldiğinizde de söylemiştiniz. Facebook’tan da insanlara belli terimlerin, kelimelerin karşılıklarını sorup onların fikirlerini alıyorsunuz değil mi? Bu size nasıl bir avantaj sağlıyor?

Genel olarak her şeyi bilmek mümkün değil. 9 yaşında bir çocuk benim aklıma gelmeyen bir kelimeyi bulabilir. Yani o kelimenin karşılığını bulması için dil eğitimi almak zorunda değil. Kimse illa çevirmen olmak zorunda değil, bu yüzden işin içinden çıkamadığım teknik yapıdaki şeyleri Facebook’tan, Instagram’dan insanlara sorarım çünkü geniş bir takipçi kitlem var ve illa ki aradığım cevabı birisinden buluyorum. Çeviri sürecinde karşılaştığım birçok sorunu bu şekilde çözdüm.

4- Özellikle fantastik edebiyatta metnin dünyasının belli bir kurgusu ve bileşenleri var. Bu dünyayı erek kültüre aktarırken neleri göz önünde bulunduruyorsunuz? Yerelleştirmeye hangi durumlarda başvuruyorsunuz?

Fantastik edebiyat üzerinden konuşmak gerekirse yerelleştirmeyi ben en çok kaynak metnin dünyası yerel bir topluluktan bahsediyorsa kullanmayı tercih ediyorum. Örnek verecek olursam şu anda çevirisini bitirdiğim ve okumasını yapmakta olduğum kitap 1500’lerin Rusya’sındaki bir köyde kurgulanmış. Kitabın kurgusu Rus kültürüne ve öğelerine odaklı. Bu kurguda köyde yaşayan insanlar var ve ana karakterin de bir üvey annesi var. Mesela kaynak metinde “stepmother” denen ifadeyi ben kızın ağzından konuşturduğumda “analık” olarak çevirmeyi daha doğru buluyorum. “Biz buna ne deriz?” diye hep düşünüyorum. Öteki taraftan bunun tam tersi bir örnek vermek isterim, yani yerelleştirmenin uygulanmaması gerektiğini düşündüğüm bir ifadeye. Son çıkan çevirim Londra Nehirlerinde “crossing the rubicon” gibi bir ifade var. Normalde bu ifadenin çevirisi “geri dönüşü mümkün olmayan bir karar vermek.” Lakin bu ifade esasen Antik Roma’dan gelen bir deyim. Bu deyimi de sizlere şu şekilde açıklayayım; “askerler statüleri ve silahları nedeniyle devletin bütünlüğüne zarar verecek eylemlerde bulunabilir diye Rubicon nehrinin ötesine geçemezlermiş.” Haliyle bir asker bunu yaptığı zaman; bu askerin geri dönüşü olmayan bir yola girdiği, olayların darbeye kadar gideceği, bunun karşılığında askerlerin ağır cezalar alacağı bilinirmiş. Bu durumda ben bunu Rubicon’u geçmek olarak çevirip altına da çevirmen notu (ÇN) düştüm. Sonuçta ben bu noktada bir çevirmen olarak Google araştırmasıyla yeni bir şey öğreniyorum. Bu şansı da okurun elinden alamam. Ben nasıl öğrendiysem benimle birlikte okurun da bunu öğrenmesi gerekir. Haliyle ben yerelleştirme noktasında kültürü terk edip bilgi içerikli durumu ön plana çıkarıyorum ve yerelleştirmeden kaçınıyorum. Ben çevirdiğim metne bir çevirmen gibi değil okur olarak bakıyorum ve kendimi okurun yerine koyuyorum. Bu metinde ne öğrenmek istediğimi, neyi görmek istediğimi ve metnin tınısını bunlara göre belirliyorum.  

5- Kaynak metinde yer alan karakterlerle kendinizi hiç içselleştirdiğiniz oldu mu? Hangi karakter ya da karakterlerdi hatırlıyor musunuz? Çeviriye başlamadan önce yazarla karakterleri daha iyi tanımak için daha detaylı görüşüyor musunuz? 

Daha önce karakterler üzerinden yazarla görüştüğüm hiç olmadı. Ben genellikle karakterin özelliklerini sezebiliyorum. Mesela Londra Nehirlerinde Peter Grant’in bir söylemini karakterin de kendi özelliklerini düşünerek “nalları dikmek” olarak çevirdim. Sonuçta o adam bu sözü söyleyebilecek bir adam bana göre. Bu şekilde kendiniz karakterin özelliklerini tespit ederek çözüm üretebiliyorsunuz. Genellikle kaynak metinde ya hata tespit ettiğim noktalarda ya da hiçbir şekilde araştırmalarımın sonucunda bir bulguya ulaşamadığımda yazarla iletişime geçmeyi tercih ediyorum. Öteki taraftan şöyle de bir gerçek var ki her yazarla görüşmek mümkün değil.

6- Türkiye’de zaman zaman yazın çevirisi merkeze gelerek yerel edebiyatın önüne geçti. Mesela, Elif Şafak’ın Aşk romanını buna örnek verebiliriz. Şu anki dönemde eskiye göre daha da çok ticari amaçla yapılan çeviriler görmekteyiz, sizin bu konudaki görüşleriniz neler?

Hepsi ticari amaçla yapılıyor. Mesela Elif Şafak’ın son çıkardığı kitap daha önce yazdığı bir öykü kitabının içindeki bir öykü. Okumayı ve entelektüalizmi görselden ayıramayız. Sonuçta kitap bir tüketim ürünüdür. Birisi doğal içerikli bir yüz temizleme jeli kullanmayı tercih ederken kimi de gidip sırf kokusu hoşuna gittiği için ya da dış görünümünü beğendiği için farklı bir ürün almayı tercih ediyor. Aslında ikisinin de yaptığı şey temelinde aynı. Kitaplarda da bu durum söz konusu. Çünkü Türkiye’deki okurların çok büyük bir kısmı 17-18 yaşına bile daha gelmemiş okurlar. Hal böyle olunca onların dikkatini çekmek gerekiyor. Bu sebeple de kitap kapakları renklendiriliyor, belli kampanyalarla pazara sunuluyor veya sosyal medya lansmanları oluyor. Kısacası kitap da bir tüketim ürünü nihayetinde.

7- Kısaca aklınızda olan projelerden biraz bahsedebilir misiniz? Geleceğe yönelik neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Öncelikle o kadar yoğunum ki bir şeyleri planlama fırsatım pek olmuyor. An itibariyle 2022’ye kadar doluyum. Eminim ki belli projelerin girmesiyle bu süreç de uzayacak. Bir yandan çizgi roman editörlüğü yaptığım için o da beni meşgul ediyor. Bir de özel hayatım var tabii ki. Senede 3-4 defa bu şekilde üniversitelere gelip gençlerle buluşmak kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. Bu tabii ki işin sosyal sorumluluk kısmı. Bunlar dışında da hayallerim olmasına rağmen bu hayalleri gerçekleştirecek enerjiye ve zamana sahip olup olmadığımı daha çok sorguluyorum kendi içimde. Mesela bir “Çeviri Evi” projem var. 2 seneyi aşkın süredir de bunu düşünmekteyim. Freelance çevirmenlerin gelip masa başında birlikte çalışabileceği, birbirlerine iş paslayabilecekleri, öğrencilerin gelip feyz alabildiği aynı zamanda sınavlarına da orada çalışabilecekleri bir proje bu. Tabii bunu hayata geçirecek maddi- manevi durum ve zaman olur mu onu bilemiyorum şu anda. Bu “Çeviri Evi” projesinin hayata geçmesini çok isterim.

Bu bence de çok güzel olur. Hem sizin için hem de bizim için. Sürekli bir şeyler için çabalıyoruz ve çoğu zaman da yalnız olduğumuzu hissediyoruz, özellikle de çeviri söz konusuysa… İşte bildiğiniz gibi belli üniversitelerin çeviri kulüpleri var; YÜÇEV, TÜÇEB gibi… Çoğu zaman elimizden biri tutsun bizleri bir yerlere taşısın diyoruz, buna ihtiyaç var. Sektörün buna ihtiyacı var.

-Benim aklımdaki daha çok öğrenciye yönelik de değil. Ben 17 senedir home-office çalışmaktayım. Artık evde nefes alamıyorum, bilgisayarın başında oturmak istemiyorum. Hatta çalışmalarımı son zamanlarda dışarıda kafelerde laptopla yapmaya başladım. Buna ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Kısacası bu proje sadece insanların hayatına değil benim de hayatıma bir katkı sağlayacak.

Fantastik Türk edebiyatı dünyasına çeşitli çeviriler kazandıran Aslı Dağlı, YÜÇEV’in
Edebiyat Çevirisi etkinliğine konuk oldu.

8- Okuyup yazmayı seven bir insansınız. Peki bir kitap yazayım ya da blog açayım dediğiniz oldu mu hiç?

Eskiden blogum vardı. Artık zamanım yok ve devam edemiyorum. Kitap yazmak… Bu kadar çeviriyle uğraşan bir insanın hayalleri arasında tabii ki kitap yazmak da vardır fakat hayatın gerçeklerinden de kaçamıyoruz maalesef. Sonuçta ödememiz gereken faturalar var, kira var. Bir seçim yapmak gerekiyor; ya çeviri yapacaksın ya da kitap yazacaksın. Kitap yazarsan kira ödenmez. Bu yüzden de insanlar emekli oldukları zaman kitap yazmayı tercih ederler genelde. Eğer öyle hayalleri varsa tabii ki. Yani kitap yazmak benim çok istediğim bir şey ama gerçekçi değil…

9- Ben özellikle yazarların ve bir yazar olarak gördüğüm çevirmenlerin şiirlerden beslendiklerini düşünüyorum. Çünkü şiir bence dilin hem en yalın hem de en güçlü halinin birlikte kullanıldığı tür. Sizin şiirle aranız nasıl?

Benim şiirlerle aram yok çünkü ben genel anlamda romantik sayılmayacak bir insanım. Eğer bir edebiyat akımı takip edecek olsaydım romantizm akımı son tercihim olurdu. Ben fazla realistim. Özdemir Asaf’ın kelime oyunlarını çok severim fakat şiirlerini sevdiğimi söyleyemem, kelime oyunlarını severim. Şiirle gerçekten aram yok.

10- Yazın çevirisi sadece çevirmene bağlı olarak değil farklı aktörlerle de şekilleniyor. Bize biraz kendi çeviri sürecinizden bahsedebilir misiniz? Çeviri işine başlamadan önce en çok dikkat ettiğiniz noktalar nelerdir? Çeviriye başlamadan önce olmazsa olmaz dediğiniz şeyler nelerdir?

Benim şansıma yayınevleri bana belli çeviri işleriyle gelip “Bunu çevirmek ister misiniz?” diye soruyorlar. Dolayısıyla ben okumayı da tercih edeceğim bir kitabın çevirisini yapıyorum. Okumayı tercih etmeyeceğim bir kitabı çevirmiyorum. Yayınevleri bana bu seçim esnekliğini sağlıyorlar. Bu tabii ki büyük bir şans benim için. Çevrilecek kitabın çeviri sürecine geçilmeden önce bazı kararlar alınabilir ama bu kitaptan kitaba değişir. Mesela kitap şimdiki zamanla yazılmışsa editörle konuşulabilir ve kitabın hangi zamanda çevirisinin daha uygun olduğuna editörle birlikte karar verilebilir. Şu anda çevirisini yapmakta olduğum kitapta böyle bir durum söz konusu değil.

11- Peki çevirmeden önce kitabı okuyor musunuz?

Okumuyorum, hayır. Benim çevirilerimin iyi olmasının nedeninin şu olduğunu düşünüyorum; mesela çevirdiğim kitapta bir at ölüyor. O atın öldüğü sahneyi çevirirken benim de gözlerim doluyor. Dolayısıyla sözlüğe baktığımda seçtiğim kelimeler de bu duruma uygun kelimeler oluyor. Yazar okuyucuyu nereye götürmek istiyorsa ben de bir “okur-çevirmen” olduğum için okuru çevirimle oraya götürmeye çalışıyorum. Bir diğer örnek; hikâyenin devamında beklenmedik bir olay oluyorsa ya da anlatılanın tam tersi bir durum söz konusuysa ve biz bunu hikâyenin devamında sürpriz bir şekilde anlayacaksak şaşkınlığımı ifade eden bir kelime kullanıyorum orada ve bu şekilde okur şaşırma duygusunu daha da yoğun hissediyor. Benim duygu süzgecimden geçerek onun metne yansıması sanıyorum ki okur için o hissin daha rafine olmasını sağlıyor. Ben eğer önce metni okusam makine gibi çeviririm çünkü artık o metinde hissettiğim duygular uçucu bir hal alıyor. Ben bir metni okurken ona duygusal şeyler beslerim. İlk okuyuşumda ben metinle aramdaki o duygusal bağlantıyı hissederim, hislerimi ilk okuyuşumda yaşarım, ikinci okuyuşum metni ilk okuduğumda hissettiğim o heyecanı bana vermez. Dolayısıyla ben çevirerek okuyorum.

Bizim aldığımız çeviri eğitiminde de aslında biraz daha ters bir durum söz konusu; metni önceden inceleriz, araştırmalar yaparız, metnin arkasını da görmeye çalışırız.

-Bunun bir nedeni de bence öğrenci olmanız. Gerçek hayatta o kitabı okuyacağınız, inceleyeceğiniz, derinine ineceğiniz zaman pek olmuyor. Onu çeviri sürecine yediriyoruz biz. Mesela bu bahsettiğim “rubicon olayı” gibi… Ben metinde zaten o kısmı ilk gördüğüm an “Burada bir tuhaflık var.” dedim kendi kendime. Sonrasında da yarım saat kadar araştırmasını yapıp, üstünde düşündüm. Yani öğrencilikte sizin yönteminiz akıllıca olabilir ama gerçek hayatta gerçekçi değil.

12- Çizgi roman editörlüğü yaptığınızdan da bahsetmiştiniz. Aklınızın bir köşesinde var mıydı?

Açıkçası yoktu. Ben bir çizgi roman okuyucusuydum fakat çok iyi bir okuyucu olduğum söylenemezdi. Bunu da açıkça belirtmek isterim. Bunun üzerine bir teklif geldi, başlangıçta da teklif çeviri editörlüğü şeklindeydi. O zamanda da benim için mantıklı olan zaten buydu çünkü karakterlere hakiki bir çizgi roman okuyucusunun hâkim olduğu kadar hâkim değildim. JBC’nin tek editörü benim, dolayısıyla JBC’den bir kitap çıkıyorsa editörü otomatikman ben oluyorum. Zaman içerisinde yaptığım işte oraya doğru evrildi. 100’ün üzerinde çizgi roman editörlüğüm var. Sanıyorum çeviri sektörüne bakarsak 150-160 eserin üstünde adımı görebiliriz.

Tags: